Senaryoya devam etmek fikri aklına şöyle bir geldiyse de vazgeçti. Yarın sınavı vardı. Ya devamsızlıktan kalırsa! Ne yapacaktı!? Kötüyü düşünmek istemedi. Bir şekilde geçerdi. Gece saat dört olmuş, o hala uyumamıştı. Uyuyacağım deyip yatağına uzanmış, telefondan bir şeylere bakmış ama uyumamıştı. Kahve yapmak için aşağıya indiği zaman, “ooo fener sönmemiş daha” dedi. “Feneri üçümüz söndürmeliydik!”. “Güzel olurdu” dedi. “Yarınki sınav benim için önemli, biliyorsun, kalırsam ayvayı yerim.” “Çalış o zaman.” “Kahvemi yapıp oturacağım başına.” “Benim başıma otur” dedi. Gülüştüler. Kahvesinden bir yudum alıp, dudağına bir öpücük kondurdu. Gitmek istedi, gidemedi. Yanında kaldı, öpüştüler.
“Love down”
“Ya da slow dance”
“Bir puro olacaktı şimdi, dönecektik.”
Yarım kalmış, ısınmış biradan bir yudum alırken.
“Bir sigara yak” dedi.
Yaktı.
“Sen konuş, kulağım sende. Şu notları geçireyim deftere” dedi. “Direkt kitaptan bakıp aynısını yazamayacağıma göre, ben de değiştiririm biraz, olayı anlarım, konuyu irdelerim, kafamda hop kısa bir özet geçerim, iki cümlelik kısa bir nota bürürüm onu. İşte kelimeleri böyle koştururum ben kafamda”.
“İşte sen kelimeleri böyle koşturursun kafanda.”
“Dün çok içtin mi sahilde.”
“Çok değil ama içtim.”
“Hmmmm.”
O notları yazarken, C. Telefona bakıyordu. Üstünde yalnızca iç çamaşırları vardı. Yarım kalmış, ısınmış birayı bitirmişti. Dolaptaki şarabı şimdi açar mıydı, o da bilmiyordu. Instagramda dergi hesaplarına göz gezdiriyordu. Kimin şiiri çıkmış, kimin yeni öyküsü çıkmış. “Şu şair çocuğa bak, şair mi, öykücü mü çevirmen mi belli değil! Hepsini yapıyor maşallah” diye düşündü.
“Oğlak kızları da artık şiir yazıyor.” Güzelmiş diye düşündü. Alıntılanmış olan diğer dizelere, paragraflara, cümlelere bakmaya devam etti. İyi bir felsefe dergisinin twitterdan paylaştıklarına şöyle bir göz gezdirdi. Habermas ve Foucault’la ilgili bir yazıyı biraz okudu. Derginin sitesine girip diğer içeriklere de şöyle bir göz attı. “Ekibimiz” kısmına girip, yazarlara, çevirmenlere baktı. İçlerinden bir kızı beğendi. “Şu çocuk da iyiymiş” diye düşündü. Bir sigara yaktı, yapay zeka konulu bir çeviriyi üstünkörü okudu.
“Acayip uykum geldi, şu uykunun baş ağrısıyla karışması ve sanki sinirlerimi bir kedi tırmalıyormuş gibi, başımın iki yanının böylesine zonklaması ve kahve içtikçe uykunun hem kafein sayesinde kaçması ama aynı zamanda tam kaçamayıp, iki arada bir derede kalması acayip bir şey. Gözlerim boşlukta gibi sanki, bakıyorum, görüyorum, anlamlandırıyorum ama boşa gibi. Aslında gördüklerime uykumu almış bir haldeyken baktığımda bundan daha iyi göremiyor, anlamlandıramıyorum. Ama yine şu sinirlerimin ağrımasından, hop oturup hop kalkmasındansa, bu hali böyle bir ölü, yarı baygın bir şekilde tecrübe etmektense, eşyayı anlamlandıramamayı (en azından şu anki kadar iyi anlamlandıramamayı) tercih ederim” dedi. O bunları söylerken, C. İç çamaşırlarıyla uzandığı çekyatta doğrulmuş, öylesine gezindiği siteden çıkmış, kül tabağındaki sigarası bitmemiş olmasına rağmen yeni bir sigara yakmış, onu dinliyordu.
“Uyku, bir fahişedir.”
“Hayır, uyku, o bir baş belası.”
“Uyku hapı, beyaz peynir, reçel, rakı.”
“Ne alaka?”
“Bilmem şeyleri kelimelere döküyorum işte.”
“Şeyler bir isim midir?”
“Aslında öyle değillerdir?”
“Öyleyse aslında nedirlerdir?”
“Nedirlerdir mi?”
“Her neyse işte, şeyler bir nedir?”
“Şeyler birer imge midir?”
“Şeyler hem birer imge hem birer halüsinasyon hem bir gerçek hem herhangi bir şey olabilirler.”
Notları çıkarırken, kolu ağrımıştı. Çokta uzun bir şeyler yazmamasına rağmen, ağrımıştı. Sıkılmış, kalemi atmış C’nin dibine uzanmıştı. Koltukta uzanıyorlar, sigara içiyorlardı şimdi. Açım, uykusuzum, sabah sınavım var. Dolaptaki şarabı içersem uçarım.
C: “İçme.”
: ”İçmek gibi bir hakkım var.”
C: “İç”
: “Kalsın.”
Onlar öylece orada oturup, sabahın ilk ışıklarında öpüşürlerken Y. geldi. “Oooo aşıklar gecesi mi!”
“Sensiz aşk olmaz” dedi ikisi de.
“Ya kesin öyledir. Kaçta sızmışım ben yahu! Saat kaç?”
“4 ya da 4 buçuk, ne fark eder!”
“Zaman, sekstir. Şimdi, mastürbasyon.” Gülüştüler.
“Aşka ve oğlak burcuna yemin olsun ki, insan çapkındır”. Yine Gülüştüler (daha bir gür, daha bir eğlenerek).
“O paşam ders çalışıyor!”
“Paşan oğlak burcudur, sınavlar ikizler, hiç anlaşamayız.”
“hahahahhahahahah” hepsi birden bir daha gülüştüler. Y. biraz ayılmış gibiydi ama “başım çatlıyor, bir daha şarapla birayı karıştıran ikizler burcu olsun” dediği zaman, tamamen ayılmış olduğunu anladılar. “Gel bakalım şuraya” tatlı kız dedi C.
Bir sigarayı dönmeye başladılar. Kahve kupasından (onun muydu, C’nin miydi bilmeden) bir yudum aldı. Kahve soğumuştu, tadı berbattı. Soğumuş sütün ve soğumuş granül kahvenin bu soğuk bileşimi berbat bir aroma oluşturmuştu. Zorla yuttu. C’nin üstüne tükürmeyi düşündüyse de yuttu. Her ne kadar bu ikisinin de hoşuna giderdiyse de yuttu. O notların başına dönerken, çekyattakiler öpüşüyordu.
Notların başına döndüğü gibi, notlara şöyle bir bakıp, defteri kapatıp, duşa girdi. Duştayken uzun zamandır aklına gelmemiş olan, uzun zamandır onu boşlamış olan fikirler beynine birer birer hücum ettiler. Kah bir sahne, kah bir resim olarak gözünün önünde somut bir şekilde olmasa da kafasından geçen milyonlarca fikri görebiliyordu. Kelimeler sanki bir şeyleri döllüyor ve imgeler doğuyordu. İmgeler, resimler, sahneler, kelimeler, kelimeler…
Duştan çıkınca aklına gelen şeyleri unutmamak için not almak istedi. Fakat yazmaya giriştiği zaman, nasıl karanlıkta vızıldayıp, bütün vücudunu kemiren sivrisineği aşkla ve şevkle, lambayı yakıp öldürmek istersin, lambayı yakınca kaçacağını bilmene rağmen, karanlıkta onu yakalama ihtimalinin epey düşük olduğunu bilmene rağmen, ama yine de karanlıkta bir sivrisinek karşısında aciz kalmamak için, boşa kürek çekmemek için, lambayı yakınca sineğin toz olacağını bilmene rağmen, yakarsın ve kaçar ya, işte bütün o uzun zamandır gelmeyen fikirler, onu şöyle bir yoklayıp gitmişlerdi, hapsolmadan. Ama tekrar geleceklerini biliyordu.
İçeri gitti. Güneş artık iyiden iyiye doğmuştu. Camdan, perdeyi delerek yansıyan ışık Y’nin pürüzsüz bembeyaz bacaklarında parlıyordu. C. başını göğsüne koymuş uyukluyordu. “Ah şu kızlar, uykucular” diye düşündü. Hava henüz kararmış, geceyi düşünürken insanda bir umut olur. “Şimdi işte bütün gün hayal ettiklerimi gerçekleştireceğim” diye düşünürsün. O anlar güzeldir. Zaman ama durmaz, ilerler. Gece saat bir, iki, üçtür. Saat artık dört oldu mu, son bira şişesinin dibinde kalan bir iki yudumu içmek gibidir. “Tüh, dibi görmüşüz, muhabbet bitti” duygusu, “ne güzel böyle iyiydik halbuki duygusu”. İşte sabahın olması da aynen böyleydi. Halbuki 1 saat önce Y. uyurken, C. telefona bakar, o not alırken ne güzeldi. Sabah olmamış, daha gün doğmamıştı. Bu hüzün ve melankoliden onu kurtaran, tekrar havanın kararacağının bilgisi oldu. Sevindi. Tekrar hava kararacak, tekrar dünkü şeyler yaşanacaktı.
Sıkı bir Heidegger’ci olan Y. C’yle yine tartışıyordu. Sıkı bir Wittgenstein’cı olan C. “Heidegger’e deee ….” dediği zaman Y. “çok sığsın demişti” ona. Uzaktan ikisinin güzel bacaklarına bakarak kahve içiyordu. “Bu akşam da analitik ve kıta felsefesini çiftleştiririz, hadi bakalım” diye düşündü. Sınava girecekti, canı sıkıldı. Keşke hemen akşam olsaydı. Ne saçmaydı iki felsefeci üzerinden sanki bir futbol takımı tutar gibi bu denli şiddetli tartışmak.
Y: “Sadakat nedir?”
C: “Sadakat ne değildir?”
: “Ne?”
Y: “İki kız bir erkekle ne yapar?”
C: “Bir erkek iki kızla ne yaparsa onu.”
: “İnsan çapkındır efendim.”
Y: “Bir insan birden fazla kez aşık olabilir mi?”
: “Bir insan bir günde bile birden fazla kez aşık olabilir.”
C: “Aşk nedir?”
: “Aşk….”
C: “Sen sus.”
Gülüşüp sevişmişlerdi. Uyuyup uyanmışlardı. Şimdi yeni bir gün başlamış, güneş doğmuştu. Yaz gelmemiş, havalar hala soğuktu. Bunları düşünürken, C’nin “ne yapıyorsun sen orada” demesiyle kendi kafasından çıktı.
“Hiç, kahve içiyorum” dedi.
“Az iç öleceksin.” “Bir şeyler ye bari, aç aç içiyorsun.”
“Yerim.”
Kahvesinden bir yudum aldı, mutfağa geçti, bir sigara yaktı, kahvesini lavaboya döktü, kupasına bir su döküp, çalkalayıp, temizleyip, sigarasını söndürüp, yanlarına geçti. Sınava daha 1 saat vardı, ya da yoktu. Biraz uyusa iyi olurdu. C’nin yanındaydı, Y. hemen C’nin arkasında, yüzüstü sızmıştı. “Sait Faik” dedi, “acaba Gnossienne No:1’i dinleyip mi yazmıştır o hikayesini?”
C: “Hangi hikayesini?”
: “Şu hani, kızın adama, hikayenin sonunda tokat atıp sonra gidip intihar ettiği hikayede.”
C: “Sait Faik’in öyle bir hikayesi yok.”
: “Peki şu blues mudur bana bunları düşündüren.”
C: “Ben şimdi onu kapatırım, sen de hiçbir şey düşünmez biraz uyur, dinlenirsin.”
Öyle de yaptı. Müziği kapattı. Kafasını tutup, göğüslerine bastırdı.
“Uyu artık” derken çok tatlıydı.
Bir Cevap Bırakın