TİTANE ve ALPHA: ŞEFKATİN SAĞALTICILIĞINDAN ŞEFKATİN SINIRINA MI?

Çok iyi tasarlanmış, çok iyi uygulanmış çok sayıda mizansen perdeye geliyor film boyunca, özellikle müzik kullanımının öne çıktığı sahneler çok etkileyici.

“Arabayla seks” filmi olarak sansasyon yaratmanın yanı sıra Cannes Film Festivali’nde festivalin en büyük ödülü Altın Palmiye’yi kazanmış olan Fransa-Belçika ortak yapımı Titane’nin (2021) senarist-yönetmeni Julia Ducournau’nun yeni filmi Alpha dünya prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nden ödülsüz dönmüş olması bir yana eleştirmenlerden de genelde düşük puanlar almış durumda. Geçen hafta ülkemizde çok sınırlı ölçekte vizyona giren Alpha aslında Ducournau’nun önceki iki uzun metraj filminden de pek çok açıdan çok farklı bir film: Kan-revan ve şiddet çok fazla ön planda değil, “arabayla seks” kadar sansasyonel öğeler de yok ama Titane’yle tematik bazı ortaklıkları var her ne kadar bu temalar minvalinde Alpha’nın meramı, derdi sanki Titane’yle pek aynı olmasa da.

Vejetaryen genç bir kadın öğrencinin tuhaf olaylara sahne olan bir veterinerlik okulunda yamyamlaşmasını konu alan Raw (2016) adlı dehşet filmiyle adını duyurmuş olan Ducournau’nun ikinci uzun metraj filmi Titane, hem ana-akım sinemanın, hem de alışılmış “sanat sinemasının” dışında bir çalışma. Öte yandan Titane’yi kendi kulvarı içinde “marjinal” bir film saymak da pek doğru olmaz çünkü günümüzde “marjinal” filmlerin adeta konvansiyonları haline gelen yüksek dozda şiddet ve kan-revan, cüretkâr cinsellik, göz alıcı bir görsel doku, cazip bir müzik kuşağı gibi unsurların hepsini içeriyor, üstelik ayrıca entelijansiyada ve sosyal medyada son dönemde rağbette olan cinsel / toplumsal-cinsel kimliklerin “akışkanlığı” motifine dair çağrışımlar da barındırıyor.

Titane, küçük bir çocuğun bir araba kazası ardından kafasına titanyumdan bir levha takılmasıyla başlıyor. Söz konusu çocuğun ameliyat sonrası taburcu edildiğinde kaza geçirmiş olduğu arabaya sevgi ve özlemle sarıldığını görüyoruz. Yıllar sonra büyüdüğünde ise otomobiller eşliğinde performans sergileyen bir dansçı olmuştur. Alexia adındaki bu genç kadın, bir gece kendisini taciz eden bir hayranını öldürdükten sonra, daha önce etrafında dans performansını gerçekleştirmiş olduğu arabayla -sözcüklerle tam olarak ifade etmenin zor olduğu bir sahnede – sevişir, ardından bir dizi cinayet işler ve polisten saklanmak amacıyla erkek kılığına girerek yıllar önce oğlunu kaybetmiş bir itfaiyecinin kayıp oğlunun kimliğini üstlenip onunla yaşamaya başlar.

Bütün bunlar Titane’nin anlatısının yalnızca ‘peşrev’ faslı. Filmin ana gövdesini ise erkek kimliğine bürünmüş Alexia ile Vincent adlı orta-ileri yaşlardaki itfaiyeci arasındaki ilişkinin seyri oluşturuyor. Titane’nin en sansasyonel sahnesi “arabayla seks” sahnesi olabilir ama anlatı açısından en kilit sahne Vincent ve emrindeki genç itfaiyecilerin homo-erotik bir ambiyans da taşıyan kendi aralarındaki danslarına Alexia’nın da katılıp Vincent’le dans ettiği sahne. Bu dansın ardından, Alexia ile Vincent arasında Alexia’nın tek taraflı olarak inşa ettiği ve o ana dek muhafaza ettiği duvar kırılıyor, buzlar Alexia nezdinde de eriyor. Sansasyonel ve hatta ‘sansasyonelist’ tüm yönleri bir tarafa, Titane’nin ekseninde, kayıpların telafisinde bir başkasına şefkatle bağlanabilmenin sağaltıcılığına vurgu var.

Öte yandan filmin başlangıcında Alexia’nın, tacizcisini öldürdükten sonraki diğer bir dizi cinayeti ise anlatıda iğreti duruyor. Alexia’nın kimlik değiştirmesine vesile olması için polisten saklanması gereği, salt tacizcisini öldürmesiyle de yerine gelebilirdi. Oldukça sert şiddet sahneleri içeren ve Tarantino filmlerini anımsatan bir dizi diğer cinayet sekansı sanki salt filmdeki şiddet dozu çok yüksek olsun diye filme eklenmiş gibi.

Başlangıçtaki “arabayla seks” sahnesi ise sansasyonel ama sansasyonelist değil. Aykırı sinema diyebileceğim filmlere aşina olan sinemaseverler için burada aslında çok özgün bir izlek yok. Örneğin, insan bedeni ile metalin bütünleşmesi sonucu insan bedeninin dönüşmesinin fantastik sinemadaki çarpıcı bir sunumu on yıllar önce Tetsuo (1989) adlı Japon filminde perdeye gelmişti; hatta Tetsuo’nun açılışında da bir araba kazası yer alır ve olayların gelişiminde kilit bir rol oynar. Ve tabii ki David Cronenberg sinemasının temel takıntıları arasında, organik ile inorganiğin “yeni beden” (“new flesh”) olarak bütünleşmesinin dehşeti ve cazibesi de yer alır ve özel olarak Crash (1996), araba kazalarından ve bu arada bu kazaların insan bedenini ‘dönüştürmesinden’ erotik haz alma peşindeki karakterlerin arayışını öyküler. Titane’de Crash’in kahramanlarının Crash’te gerçekleşmeyen fantezilerinin en uç noktasının gerçekliğe dönüştüğü bir temsil sunuluyor. Titane, Tetsuo ve Crash’ın ardılı, türevi, bir anlamda sentezi.

Tetsuo ve Crash’in ardılı, türevi, sentezi olan ve Alexia’nın bir arabayla sevişebilmiş ve hatta bu sevişme sonucu hamile kalmış olmasında somutlaşan izlek, filmin Vincent’in odağında olduğu ana ekseniyle Alexia’nın, biyolojik oğlu olmayışını, hatta erkek olmayışını Vincent’in kabullenerek ona bağlılığını sürdürmesi ve Alexia’nın hamileliğinin sıra dışılığının sonucunu da Vincent’in aynı şekilde kabullenişi üzerinden bütünleşiyor, yukarıda değindiğim kayıpların telafisinde bir başkasına şefkatle bağlanabilmenin sağaltıcılığına vurgu böylece pekişiyor.

Alpha’nın odağında ise filme adını veren bir kız çocuğu var. Alpha’nın katıldığı bir partide koluna hijyenik olmayan koşullarda dövme yaptırdığını fark eden annesi kızının enfeksiyon kapmış olabileceğinden endişe duyar, üstelik o dönemde bulaşıcı bir hastalık salgın halinde toplumu pençesi altına almış durumdadır. Derken kızın annesinin uyuşturucu bağımlısı ve aynı zamanda bu enfeksiyonu da kapmış olduğu anlaşılan erkek kardeşi de onlarla yaşamak üzere evlerine gelir ve hatta Alpha’nın odasını paylaşmaya başlar. Kızın hekim olan annesinin, bedenleri yavaş yavaş adeta mermere dönüşerek can çekişen hastalarla dolu hastanede çalıştığı günlere dair geri dönüşlerle birlikte Alpha ve amcası Amin arasında gelişen ilişkiyi izleriz filmin ana gövdesinde. AIDS mağdurlarının toplum tarafından dışlanmaları başta olmak üzere bilumum, bariz AIDS göndermeleri gibi toplumsal-eleştirel öğeler filmin ortalarında öne çıkar gibi olup Amin-Alpha ilişkisi devreye girince geri planda kalırlar.

Çok iyi tasarlanmış, çok iyi uygulanmış çok sayıda mizansen perdeye geliyor film boyunca, özellikle müzik kullanımının öne çıktığı sahneler çok etkileyici. Bir gece Alpha’nın kriz halindeki Amin’in bedenini sıvazladığı, ona sarıldığı, sarıp sarmaladığı sahne Alpha’da anlatının dönüm noktası gibi görünüyor ilk bakışta ve Titane’de vurgulanan şefkatin sağaltıcılığını anımsatıyor. Keza finale doğru bir gece Alpha ve Amin’in evden çıkıp bir gece kulübünde ve gece maçı oynanan bir futbol sahasında birlikte zaman geçirdikleri -ve yarı düşsel bir ambiyansla perdeye gelen- uzunca sahne ise yine ilk bakışta filmin doruk noktası gibi görünüyor. Fakat Alpha bir türlü bitmek bilmiyor…

Alpha ve Amin’in yıllar önce Alpha henüz çok daha küçük yaşlardayken ilk tanışmalarını aktaran uzunca bir geri dönüşle beraber filmin salt bugün ve geçmişe dair anıların iç içe geçmesinin muhtemelen ötesinde daha karmaşık bir anlatım içerdiği kendini gösteriyor. Bu ‘açılım’ ise “meğer aslında neymiş” noktasında bir aydınlanmanın ötesinde finalde şefkatin sağaltıcılığı yerine son tahlilde şefkatin sınırına dair bir film mi izlediğimiz sorusu dahil filmin derdine, meramına ilişkin çok sayıda soruya (da) yol açıyor.

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.