“İBRAHİM”
ibrâhîm
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim
güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
ibrâhîm
güneşi evime sokan kim
asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
ibrâhîm
gönlümü put sanıp da kıran kim
Asaf Halet ÇELEBİ
İnsan, tarih boyunca dışındaki tanrıları yıktı; tapınaklarını, inançlarını, yasalarını yeniden kurdu. Fakat içindekilere dokunamadı. Her çağ, yeni bir put kırmanın gururuyla kendini ilerleme olarak adlandırdı, oysa kırılan putların külleri, her defasında insanın içine çöktü.Modern insanın putları taşta değil, bilinçtedir artık. Tapınaklar yerini ideolojilere, imgeler ve arzulara bırakmıştır. “İçindeki putları devir” çağrısı, artık yalnızca bir dinsel öğüt değil, bilincin kendi kurduğu yapıları yıkma cesaretinin ifadesidir.Asaf Hâlet Çelebi’nin “İbrâhim” şiiri bu çağrının en derin hakikat izlerinden biridir. Onun “İbrâhim”i, tarihsel bir figür olmaktan çok, varoluşun içsel devrimcisi, yani insanın kendi benliğini kuşatan yanılsamalara karşı başkaldırısıdır. Şiirdeki balta, bir silah değil, bir farkındalık aracıdır. Nitekim modern çağın en büyük tiranı, insanın kendi içinde kurduğu sahte hakikat düzenidir.
Bedenleşmiş varlık, kendi içinde kurduğu dünyayı kimi zaman en köklü darbeyle dönüştürür. Bilinç, karşısındaki engeli çoğu kez dışarıda arar; oysa en sert yapılar, zihnin karanlık odalarında büyüyen tortulardır. İçsel bir devrim, dışsal olanın yıkımından daha sancılıdır; çünkü öznenin kendine yönelttiği balta, alışkanlıkların, korkuların ve korunmuş arzuların üzerine iner. Dolayısıyla Asaf Hâlet Çelebi’nin “İbrâhim / içindeki putları devir / elindeki baltayla” dizesi, öznenin kendi iç labirentine yönelttiği radikal bir hamle olarak, içsel çatışmayı dışsal bir eyleme tercüme eder.Bu imgesel mekânda İbrâhim, Kierkegaard’ın (2022) “inanç sıçrayışı”nı hatırlatan bir figürdür; aklın sınırlarını aşarak kendi iç karanlığına yönelir.Heidegger’in (2018) ifadesiyle, insan varlığını ancak kendi “hiçliği”yle yüzleştiğinde kavrar. Bu bağlamda Çelebi’nin İbrâhim’i, kendini yıkan bilincin poetik figürüdür. Elindeki balta, dış dünyadaki putlara değil, zihnin içinde büyüyen tortulara indirilen bir darbedir.Putları kırmak, salt yadsıma değil, aynı zamanda yaratıcı bir eylemdir. O halde her yıkımda benliğin saklı bir biçimi ortaya çıkar. İnsan, kendi içindeki düzeni yıkmadan yeni bir anlam alanı kurması olası değildir.

Çelebi’nin “Kırılan putların yerine / yenilerini koyan kim” soru mısrası ise, insanın kendi yıkımını nasıl yeniden kurduğuna dair trajik bir farkındalık taşır. Sartre’ın (2021) “özgür olmaya mahkûm” dediği özne, özgürlüğü bile bir put hâline getirme eğilimindedir.Çelebi’nin bu sorusu, varoluşun döngüsel yapısını açığa çıkarma gayreti içindedir: İnsan her put kırışında aslında yeni bir bağlanma biçimi yaratır. Her kurtuluş, yeni bir esaretin başlangıcıdır. Bu nedenle şiir, mistik bir arınma çağrısından ziyade, sonsuz bir içsel sorgulama olarak tefekkür edilmelidir. Dolayısıyla hakikate giden yol, hiçbir kalıcı biçim tanımaz. Her inanç, her kavram, her kimlik, bir sonraki putun adayıdır. İbrâhim’in baltası bu yüzden durmaz; şu hâlde bilincin kendisi sürekli put üreten bir mekanizmadır. Şiirde yer alan “Güneşi evime sokan kim” dizesi, kanaatimce şiirin metafizik zirvesidir. Burada güneş, bilincin aydınlığıdır; ama bu aydınlık yakıcıdır. Platon’un (2019) mağarasından çıkan insanın gözlerini kamaştıran ışık gibi, hakikate dokunmak aynı zamanda yanmaktır da.Çelebi, bu dizede hakikatin güzelliğini değil, tehlikesini ima eder. Bu sebeple hakikat eve girdiğinde, evin duvarlarını da eritir. İçsel huzur, aydınlanmanın ateşiyle yanar.Bu paradoks, varoluşun özündeki gerilimdir: Görmek, yanılsamayı kaybetmektir; ama insan yanılsamasız yaşayamayan bir varlıktır.
Arzu, varlıkta her daim görünenin ötesine geçerek kendine bir kutsallık atfetmeyi başarmıştır; başka bir deyişle arzu, duyusal olanı aşkın bir forma dönüştürmekte mahiriyetini hep göstermiştir. Asaf Hâlet Çelebi’nin “Asma bahçelerinde dolaşan güzelleri / buhuttunsar put yaptı” dizelerinde, tam da bu dönüşüm görünür kılar: bedensel çekim, metafizik bir mertebeye yükselir ve arzu, kendi nesnesini putlaştırarak ideal hâle getirir. Görüldüğü üzere arzu, artık duyusal bir dürtü değil, ruhun kendi kendine taptığı bir biçimdir.Nietzsche’nin (2018) “Tanrı öldü” cümlesi, burada içkin bir etki bulur. Çünkü Tanrı’nın ölümü, dışsal bir olay değil, içsel bir dönüşümdür: kutsal, arzunun yerine geçmiştir.“Ben ki zamansız bahçeleri kucakladım” dizesi, insanın arzudan kurtulma çabasının sembolüdür. Çelebi’nin “zamansız” ifadesi, varoluşun saf hâline, yani doğrudan bir bilince işaret eder. Zamanın dışında olmak, arzunun yönlendirmediği bir varlık alanında kalabilmektir.
“Gönlümü put sanıp da kıran kim” şiirin en son dizesi, şiirin en insani noktasını oluşturur. Artık mesele metafizik bir sorgulama değil, ruhun kendi kırılganlığıdır. İnsan, en sonunda kendi iç âlemini bile yanlış tanır.Camus’nün Sisifos’u (2019) gibi, insan burada sonsuz bir yeniden başlama döngüsüne mahkûmdur. Her kırık, bir farkındalık bırakır; her farkındalık yeni bir kırılmayı hazırlar.Çelebi’nin şiirinde gönül, kutsal bir alan değildir artık; kırılganlığın kendisi kutsaldır. Nitekim insan, yalnızca kırıldığı yerden yeniden doğabilir.
Tüm bu çıkarımların ardından söylenebilecek olan belki de şu olmalı:Asaf Hâlet Çelebi’nin “İbrâhim”i, bir mistiğin duası kadar bir varoluşçunun itirafıdır. Şiir, içsel putların yıkımıyla başlayan ama hiçbir arınmada son bulmayan bir bilincin hikâyesidir.İbrâhim şiirde bir isim değil, her insanın kendi içinde taşıdığı hakikat arayıcısıdır. Onun baltası, bir araçtan çok bir semboldür: düşüncenin kendine yönelmiş eleştirisi, inancın kendi temeline vurduğu darbedir.Çelebi’nin dili, hem Doğu’nun mistik sezgisini hem Batı’nın varoluşçu acısını taşır. Bu yüzden “İbrâhim”i okumak, yalnızca bir şiiri anlamak değil, insanın kendi iç sessizliğini dinlemeyi öğrenmesidir. Çünkü her çağda, her bilinçte, bir İbrâhim uyanır ve eline baltayı alır.Ve her defasında aynı soru tekrar belirir: “Kırılan putların yerine yenilerini koyan kim?”
Kaynakça
Asaf Hâlet Çelebi,Bütün Şiirleri, Everest Yayınları, İstanbul, 2015.
Søren Kierkegaard, Korku ve Titreme: “Diyalektik Lirik”, çev. Nur Beier, Pinhan Yayınları, İstanbul, 2022.
Martin Heidegger, Varlık ve Zaman, çev. Kaan H. Ökten, Alfa Yayınları, İstanbul, 2018.
Jean-Paul Sartre, Varlık ve Hiçlik, çev. Gaye Ç.Eksen, Turhan Ilgaz, İthaki Yayınları, İstanbul, 2021.
Platon, Devlet, çev. Sabahattin Eyüboğlu ve M. Ali Cimcoz, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019.
Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, çev. Mustafa Tüzel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2018.
Albert Camus, Sisifos Söyleni, çev. Tahsin Yücel, Can Yayınları, İstanbul, 2019.
***
Şahin Eroğlu
1992 yılında Bingöl’ün Karlıova ilçesinde doğdu. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. Bir dönem Temrin ve Acemi edebiyat dergilerinde editörlük yaptı. Şiir ve kritik yazıları; Birikim, Ek Eleştirel Kültür, Bireylikler, Eliz, Temrin, Yolcu, Berfin Bahar, Ekin Sanat ve Kirpi gibi edebiyat dergilerinde yayımlandı. Felsefe alanında Hegel, Walter Benjamin, Derrida, Peter Sloterdijk, Heidegger ve Wittgenstein üzerine akademik çalışmalar yaptı; bu çalışmaları çeşitli ulusal ve uluslararası dergilerde yayımlandı. Ayrıca Medyascope, Karar, Perspektif, Birikim ve Ekopolitik yayın gazetelerinde düşünce köşe yazıları yazıyor.


Bir Cevap Bırakın