Beyoğlu’nun tarih kokan Boğazkesen caddesindeyiz. Sultan Abdülaziz tarafından katolik bir topluluk olan Aziz Vincent de Paul’un hayırsever kızlarına verilmiş olan, görkemli mimarisiyle zamana direnen Fransız Yetimhane’sinin avlusunda… ‘Yetimhane’ denince bu şehrin taşlarında, belleğinde, hatta kurumlarında yetim bırakılmışlığın izleri hep karşımıza çıkıyor. Ama bu gece, o koca bahçe bir boşluk değil; aksine tam anlamıyla bir vaha. Fotoğrafın ışığıyla, seslerin ve anıların yankısıyla dolup taşan bir vaha diyebiliriz.
Beyoğlu’nun gölgeli sokaklarından yükselen bu söyleşi, 19 Ağustos Dünya Fotoğrafçılık Günü’nde tarihi Çukurbostan Fransız Yetimhane’sinin taş duvarlarına çarparak yankılandı. Beyoğlu Belediyesi ve FOTON Derneği’nin düzenlediği bu özel buluşmada, sunuculuğu Özgür Özgülgün üstlenirken, ilk sözcükler bir saygı duruşuyla başladı: Fotoğrafın efsane isimleri Ara Güler, Sebastião Salgado ve Garbis Özatay anısına.
Sonrasında sahneye çıkan Coşkun Aral ve Murat Gür, fotoğrafın yalnızca bir sanat değil, aynı zamanda bir hafıza, bir direniş, bir tanıklık biçimi olduğunu hatırlattılar. Aral, muzip esprileriyle salonu hem güldürdü, hem de düşündürdü. 199 yıllık fotoğrafçılık tarihini, ustaların izlerini ve bu coğrafyanın eksiklerini birer birer dile getirdi. “Neden bizde fotoğrafçılık kök salamıyor?” sorusu, salondaki havayı ağırlaştırdı. Yine de anlattığı anılar; uçak kaçırma hadisesinde dünyada ilk kez deklanşöre basan bir tanığın heyecanı, Lübnan’ın alevler içindeki sokakları, Afrika’nın hem egzotik hem de ölümcül toprakları, eski İstanbul’un silinmiş yüzleri, dinleyenleri büyüledi.
Sohbetin ortasında sürpriz bir ses yükseldi arkalardan. Ülkemizin profesyonel fotoğraf sanatçılarından İzzet Keribar yerinden kalktı ve hepimizin zihnindeki o soruyu ortaya koydu: “Analogdan dijitale geçerken duyduğumuz kaygılar vardı, şimdi ise yapay zekâ fotoğrafın gerçeğini gölgeliyor mu?” O an, salondaki bakışlar tek bir noktada buluştu; bu soru yalnızca teknik bir endişe değil, sanatın ve hakikatin geleceğine dair bir kaygıydı.
Geceyi asıl derinleştiren an ise; Tatiana Hopper adlı belgeselcinin ödüllü fotoğrafçı Sebastião Salgado’ya adanmış 13 dakikalık belgesel çekimi oldu. Son derece etkili bu çekimde; Brezilya topraklarından yükselen o siyah-beyaz karelerde altın madenlerinde ölümüne çalışan işçiler, öte yandan Afrika’nın susuzluğu ya da göç yollarında taşlaşmış insan bakışlar vardı. Ama yalnızca karanlık değil; Instituto Terra’nın yeniden yeşerttiği ormanlarla birlikte, umut da vardı. O görüntülere bakarken yangınlarla yok olan ormanlarımızı, tükenen ekolojik sistemimizi düşündük.
Dünya Fotoğrafçılık Günü Etkinliği, Artizan Sanat Merkezi’nde açılan “Artizan Fotoğraf Akşamları” karma fotoğraf gösterimiyle tamamlandı. Farklı sanatçıların birbirinden benzersiz ama aynı derecede güçlü kareleriyle göz göze geldik. Her fotoğraf, bir başka hikâyenin suskun ama derin sesi gibiydi.
Bir Ağustos akşamında Beyoğlu’nda fotoğraf yalnızca görüntü değil; belleğin, eleştirinin ve hatta geleceğin ta kendisi oldu.
Bir Cevap Bırakın