Bir yüz nedir? Bir et ve kıl yığını mı? Sadece gözlere yönelen ve başka gözleri davet eden sonsuz bir uzam mı?
Sanatın tarihi yüzünün tarihidir aynı zamanda. 15. Yüzyılın yağlıboya devrimi, çabuk kurumaması ve detayları gösterme potansiyeli ile ressamların önemli geçim kaynaklarından biri olan portreciliği de zenginleştirdi. Krallar, aristokratlar, papalar sökün etti tuvallerin her santimine. Özgüvenli ve ciddi duruşlara, parlak kırmızı kostümler ve zenginliğin parıltısını taşıyan dünyevi eşyalar eşlik etti. Hollanda Altın Çağı burjuvaların meslek ahlakını ve protestan-çileci disiplinini de ekleyiverdi bu zengin tarihe.
Uçları Rembrandt ve Goya’da kendini gösteren ekspresif dağınıklık 19. Yüzyıla geldiğinde adını modernizm olarak koyacak yeni kapılar da açmaya başlamıştı sanatçılara. Modernizm yüzün dağılmasının ya da bozulmanın da tarihiydi aynı zamanda. İzlenimcilikte ince ve uçucu tuşelerle harelenen yüzler, ekspresyonizme ya da öncesinde fovizme geldiğinde renkleri çiğleşmiş ve deforme de olmaya başlamışlardı. Kalın boya tabakasını savruk ve sert fırça izleri dağıtıyordu mekana artık.
Van Gogh’un sarıya maviye teğellenen yüzlerine, Munch’un bir hayalete benzeyen çığlık atan yüzü eklenmekte gecikmeyecekti. Özgürce oynadı sanatçılar, ilkel bir dürtünün verdiği, binlerce yıllık atalarından, mağara duvarlarından kalan hayvansı içgüdüyü köpürttüler.
Yüz bozulmuş, acı ve çığlığa boğulmuş başka bir tinsellik kazanmıştı. Resim benzerliğin peşindeki bir optik aygıt olmaktan çıkmış, ruhaniliğin kör ama bir o kadar zengin, sapkın bir gözüne dönüvermişti. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı! Olmadı da… 1970’lere gelindiğinde Francis Bacon yüzü bambaşka bir dile dönüştürdü kadimlere referans vererek.
Yüz yeni ve sahici bir Maske edinmişti. Latince kökenli Persona yani Ben’lik, kelimenin kökeni ile “maske”den geliyordu. Benlik toplumsallık içinde çeşitli maske’lerle birlikte vardı. Kral, şehzade, burjuva, avukat ya da bir anne… Kişiliği-Ben’i bu maskelerin çokluğu zenginleştiriyordu.
Yüz bir maskeydi… Çoğul ilişkilerin eşiği. Maske negatif bir çağrışım değil bir olumluluktu.
Selahattin Yıldırım BBprocetTT Art’taki son sergisi “Karmik Beden” sergisi bütün bu geriye gidişlere ve düşünümselliğe verimli uçlar veriyor. İstisnasız resmimizin en güçlü portrecilerinden ve beyazı en etkileyici kullanan sanatçılarından biri Yıldırım. Özellikle kirli bir griyi örtü yapan beyazlar varsa! Yer yer figural’a uç veren yüzler atamadıkları bir çığlığı da tekinsiz suskunluklara dönüştürüveriyor. Figural nedir? Tam da net kontürlü, optik bir figürün dağıldığı bir yerdir. Sanatçının yüzleri verevine ya da yamuk bir bakış fırlatmakla sizi bakmaya ya da “bakmamaya” davet ediyor.
“Karmik Beden” resimleri birçok renkle, karanlık yüzeylerle diyalog içinde o “beyaz gotik” duyguyu davet ediyor. Gotik genelde karanlık ve siyah ile ilişkili düşünülür. Oysa yeri geldiğinde beyaz, kara bir tekinsizlikten daha çok ürpertir insanı. Karla kaplı sarp dağların verdiği beyaz ve “temiz” bir duygu hiçbirimize yabancı değildir. Griye uç veren sert bir beyaz çok şeyler söyler.
Yüz bakar… Elbette bakılır da. İkisinin kesişiminde yer alır bakan-bakılan ve bakıl-a-mayan.
Her bakış bir bakılamayandır… Peki bakılamanın bir “bakış”ı var mıdır_ İşte o temsil edilemeyenin coğrafyasıdır… Hakkında konuşulamayan ve susulan yerdir.
Selahattin Yıldırım’ın yüzleri, gövdeleri-ki yüz de bir gövdedir; tam bu tekinsiz Eşik’ten bakıyor bizlere.
“Karmik Ben” 18 Aralık 2024 tarihine kadar BBprojecTT!te görülebilir.
Bir Cevap Bırakın