Troçkizmin bu dünyaya direnme arzusunda dokunaklı ve romantik bir şey bulunuyor, çünkü Troçkizmin boğucu kapitalist dalgaya yanıtı siyasi olmaktan ziyade ahlâkîdir.
“İktidar, iktidara düşkün olmayan ve iktidardan gelecek yararlara ihtiyacı bulunmayanlara verilmelidir.” Platon.
Yıllardan bugüne gelen sömürü sorunu veya mücadelesinin onlarca yıl geriye uzanan arka planında Troçkist hareketin uzun vadeli, sabırlı bir örgütlenme iradesi bulunuyor.
Troçkizm, bürokrasiye, nomenklaturaya, Marxizmi boğan yönetim şekillerine bir karşı çıkış olarak kristalleşti. Bu bakımdan, başlangıçta güçlü bir kuramsal çerçeveden yoksun olarak ortaya çıktı. 1924’li yıllardan sonra Troçkist yaklaşım kendini sosyalizmin Stalinist anlayışına bir itiraz olarak konumlandırdı. Parti içinde Nomenklatura denilen bürokratik oligarşiye karşı ancak Lenin’in temel ilkelerine sert bir dönüş yapılarak mücadele edilebileceği savunuldu. Troçkizm bu bağlamda, Stalinizm ile derin sapmalardan doğan bir yönelimdi.
Dördüncü enternasyonalden sonra Pablist, Lambertist, Komunist Birlik, Posadist ve Morenist gibi çeşitli akımlara bölünen Troçkist hareket Fransa’daki sürgün yılları boyunca ideolojik olarak atomize oldu.
Troçki, iktidara talip olan sınıfın özgerçekleştirimci devrimci eyleminin, ancak doğrudan demokrasi ile başarıya ulaşacağını savunuyordu. Ulusal bağımsızlık ve birlik, köylülerin özgürleşmesi, kapsamlı toprak reformu, demokratik oy hakkı vb. gibi proletaryanın burjuva-demokratik görevleri diye tanımlanan görevleri ifa etmesiyle anlam kazanan ve bu sayede demokratik devrimden sosyalist devrime kesintisiz geçişin amaçlandığı sürekli devrim savı, Troçki için önemli bir postulat ola geldi.
Troçki, proletaryanın ulusal hedeflere kilitlenmek yerine dünya devriminin gerçekleştirilmesi için sürekli kesintisiz devrim ilkesi uyarınca toplumsal sorumluluklar yüklenmesi gerektiğini savundu. Sürekli Devrim savı diyalektik olarak birbirine bağlı iki temel sorunla ilgili kuramsal bir alanı tanımlamaktaydı. Troçkistler başta, kozmopolitizm ve enternasyonalizm talebiyle hareket ettiler. Özellikle de müthiş bir katılıkla yönetilen Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin daha özgürlükçü bir yol izleyerek özeleştiri ve tartışmalara açık olması çağrısında bulundular.
Kapitalizm-öncesi, ulusal burjuvazisi gelişmemiş, yarı feodal kalıntılar içinde debelenen tarım toplumunda proleter devrimin gerçekleşme olanağı Troçkist tezde sürekli devrim ile kuramsal bir çerçeveye oturtuldu.
Her ne kadar sosyalist devlet ulusal alanda başlasa da iç ve dış çelişkilerin artmasıyla birlikte devrimci sürecin ulusal boyuttan uluslararası boyuta yaygınlaştırılması bir zorunluluk haline gelmişti. Proletaryanın fail sınıftan artan çelişkilerin kurbanı bir sınıfa dönüşmemesi için ileri ülkelerin proleterlerinin de zafere ulaşması gerekiyordu. Ulusal bir devrimin ancak uluslararası zincirin bir halkası olarak işlev görürse dünya çapında bir bütünsellik oluşturacağı düşünülüyordu. Troçkizm bu haliyle tarihsel materyalizmin evrensel boyutları kapsamında Marxizmin dünya proleter devrimi tezine tamamlayıcı kuramsal bir katkı sunadursun, sürekli devrim tezi enternasyonalizmde yeni bir bağlamsallığa dahil ediliyordu. Bu olgu daha çok bir paradigmaya yedeklenme süreciydi.
Yahudi geleneğinde Talmud zamanla, Yeshiva yöntemlerini andıran bir fikir alışverişi cemaatinin oluşmasına neden oldu. Yeshivacı tartışma yöntemlerinin Musevi kökenli bir aileden olan Troçki’yi de etkilediği gözlemleniyor. Yidiş ülkesinin bir kısmının devrimci düşünceye dönüşümünü hızlandıran bu yöntemlerin dinden siyasete sert geçişkenliği yumuşatıcı bir etkisi bulunuyordu. Troçkistler ebeveynlerinin dini tutkularını politikaya dönüştürürken adeta Talmud’u Marx’a karşı takas ettiler!
Troçkist örgütlenmenin geçişken olmayan kalın duvarlarını aşıp içine girmek için aynı metaforun izini sürmeye devam edersek, Yahudilik gibi Troçkizmin de öncelikli olarak bir aktarım meselesi olduğunu söyleyebiliriz. Tarihsel savrulmalara rağmen her iki durumda da izi sürülebilen kırmızı bir ip bulunuyor. Dünyevi olandan metafizik olana ve vice et versa geçişkenliği kolaylaştıran bu gelenek, zamanla paradigmal olarak relevant hale geldi.
Troçki Marxist devrimin amaç-araç diyalektiğini, Protestanlığın ve Yahudiliğin dağarcığından geçen dini kaynaklardan yeniden üretti. Troçkizm giderek “Büyük Akşam” geldiğinde ön saflardaki aktivistleri eğiten avangart bir hareket haline geldi. Bu siyasi karakterin arkasında belli bir Mesihçiliğin yattığını söylemek mümkün görünüyor.
Troçkist hareket, varoluşçuluktan ve feminizmden başlayarak LGBT yanlısı akımlara ve oradan kadının “empowerment” süreci ile sömürgeciliğe karşı başkaldırıya dek uzanan tüm toplumsal mücadelelerin dönüm noktasında bulunuyor. Troçkist kavramsallaştırma özgürlüğü sadece “zordan arınma” olarak negatif biçimde tanımlamayıp onu bireylerin birbirleriyle ilişki içinde kendilerini gerçekleştirmesi olarak algıladı. Bu pozitif özgürlük nosyonu kadın özgürlüğü ve eşitliği sorununa aynı kavramsallaştırmanın penceresinden yaklaşıyor. Bu bağlamda kadın özgürlüğü ve eşitliği, sadece ataerki ile birleşik bir sorun olarak kalmayıp onu da kapsamak üzere özel mülkiyet ve sınıf mücadeleleriyle bağı olan bir sorun olarak anlaşıldı.
Troçkizmin bu dünyaya direnme arzusunda dokunaklı ve romantik bir şey bulunuyor, çünkü Troçkizmin boğucu kapitalist dalgaya yanıtı siyasi olmaktan ziyade ahlâkîdir.
Öznenin tüm varoluş şiirinin önünü kesen, kişisel güvenlik ve mülkiyetin gözetildiği bir kontrol toplumunda ahlâklı olmaya şiddetle gereksinim duyulurken, sanki etik olmaya ihtiyaç olmadığı algısı empoze ediliyor. Oysa etik, kapitalizmin zıvanadan çıkardığı sık yalanlar ormanında özgecil birey için bir soluklanma durağıdır. Ülkemizde yolsuzluk ve rüşvetin dikkate alınma değeri, sadece ekonomik istikrarı etkilediği orandadır. Oysa ahlâkî çürümenin olduğu yerde ne ekonomik gönençten ne de demokrasiden söz edilebilir. Bu açıdan bakarsak ya medeniyetler halklara ihanet etmektedir ya da halklar medeniyetlere. Neanderthal ile uygar insan arasındaki kayıp (etik) halka tam da budur.
Komüniteryen bağların liberal demokrasi içerisinde zayıfladığı günümüz dünyasında Chantal Mouffe “Sittlichkeit” (Ahlâklılık) arayışını M. Oakeshott üzerinden yeniden ön plana çıkardı. Doksanlı yılların sonlarında ’sembolik olana geri dönüş çağrısı’ ile beraber ortaya çıkan “Sittlichkeit” arayışı yine de fazlaca yankı bulmadı. Popülizm, post-Marksizm vb. tartışmalar ışığında eriyen Hegelci ‘kavramsala dönüş’, etik yaşam, sivil toplum, aile ve devlet momentlerini içinde barındırırken, özgürleştirici sosyal ilişkilerin düzenlenmesinde bugün de kullanılabilecek yetkin bir gereç olmayı sürdürüyor.
İnsanların sınıfsal hıncın antagonizmiyle birbirlerine düşmanca konuşlandıkları bir mücadele uğrağında, suçluluk ve masumiyet anlamsız kavramlar haline geldi; “Suçlu”, doğal ya da tarihsel ilerlemenin önünde duran herkesti. Diğer yandan sınıflar arası nefret, paradoksal olarak, dostluğun, sevginin, şefkatin hüküm süreceği, bencillikten kurtulan insanın herkesin iyiliği için çalışacağı, kişiliğinin kolektifin içinde bir çiçek gibi açacağı yeni zamanları da hazırlıyordu.
Bu bağlamda Troçkizm, devrime götüren iç savaşla ilintili bir burjuva erdemleri yoksunluğunun ve komünizmin faydalarını anlatan bir lirizmin paradoksal bir şekilde bir arada bulunmasıyla damgalandı.
Devrimci şiddetin ütopya ile bir arada var olduğu, ütopyanın eşlik ettiği asil bir amacın lirizminin, ona fazladan bir ruh ve soylu bir gerekçe kazandırdığı süreçler boyunca sözde bu erdemler yoksunluğu, ortak kamucu bir ufkun erdemleriyle ikame ediliyordu. Ahlak ve erdem söz konusu olduğunda bağlama, kontekste ve işçi sınıfının yüce çıkarlarına bakmak gerekiyordu. Devrimci etik bağlama göre değişkenlik gösteren bir olgu olmakla birlikte en ayırt edici özelliği “ben”den “biz”e geçişi kolaylaştıran bir vektör olmasıydı. Burada sözü edilen lirizmin duygusal bir boyutunun olması şöyle dursun; bilimsellikle yeni bir insan ve yeni bir dünya şekillendirmeye yönelik Prometheusçu hırsla bağlantılı bir şeydi. Çünkü pozitivist ve seküler karakteriyle devrim, neredeyse Nietzscheci “üstinsan” avatarından hız alan, biyolojik ve sosyal bir prototip yaratmak için yola çıkmıştı. Ve sadece toplumsal çelişkilerden bağımsız bir toplum yalansız ve şiddetsiz olabilirdi.
Troçkizm, at izinin it izine karıştığı sık ideolojik ormanda kapitalist restorasyoncu hareketler kervanına katılmadı. Troçkist hareket Sovyet sosyalizminin çökmesiyle birlikte oluşan “sol yağma”dan pay almayı da kategorik olarak reddetti. Sağ liberal entelijansiya ise tezlerini “Açık Toplum ve Düşmanları” (Karl Popper) başlığı altında toplayarak Sol’un enkazı arasından kendine entelektüel bir ganimet kotarmaya çalıştı.
Troçkist hareket entelektüel varoluşun postulatlarına erk ilişkileri içinde yanıt veredursun, kanlı iç savaşların tepindiği dünya konjonktüründe ay ışığının altındaki büyük mezarlıklar büyük acıları gizlemeye devam ediyor. Batı, ölümü aklayıp pullayıp cilalayarak zamana yayarken, Doğu’da ölüm her yerde, kapımızın önünde, burnumuzun dibindedir. Pazar kapma yarışında savaşı rasyonalize eden neoliberal anlayış, mikro sosyal evrende de (aile, mahalle, şehir) sosyal Darwinci bir tutumu insanlara kanıksatıyor. “Testesteron toplumu”nda şiddetin, hazcı eğilimlerin temel bir egemenlik ve iktidar ilişkisi etrafında çok katmanlı örülüşüne tanıklık ediyoruz.
İspanya İç Savaşı’nın bir toplu mezarı andırdığı dünya kontekstinde bir kez serbest bırakılmaya görsünler, bazı tutkuları kontrol altında tutmak olanaksız hâle geliyordu. Üstelik kim Franco’ya karşı nihai bir zafer istiyorsa, bu kanlı sahneye uygun düşen araçları da çekincesiz kullanmalıydı.
Troçki’ye göre ahlak meselesinde objektif ölçüt sınıf mücadelesiydi. Ona göre ahlak, sınıf mücadelesinin belirlediği tarihsel evrimin ürünüydü ve egemen sınıfların egemenliğini dayatmak için kullandıkları, ideolojik işlev gören bir olguydu. Sınıflar arasındaki tüm ahlaki bağları şiddetle ortadan kaldıran iç savaşlar, burjuvazi ile proletarya arasındaki öldürücü düşmanlığın çıplak gerçekliğinin ortaya çıktığı nihai bir hakikat anına karşılık geliyordu. Ve sınıflı toplum olduğu sürece Kant’ın kategorik buyruğu felsefenin Olimpos Dağı’nda bir zirveyi işgal eden soyut bir aldatmaca olarak kalacaktı.
Troçki, “siyasi ütopyanın edebi tutkuyla buluştuğu” bir isyan figürünü somutlaştırdı. Ukrayna bozkırlarında doğan bu çocuk için kelimeler beklenmedik ufuklar açan küçük kanatçıklar niteliğindeydiler. Kuzeninin yanına Odessa’ya uçmasını sağlayan bu kanatçıklar edebî ilgiyle birlikte derin fikir uçurumlarının içine atlamasını sağlamıştı. Troçki taahhüdünün temelini oluşturan komünist literatüre ek olarak büyük Fransız, Alman ve Rus yazar ve düşünürlerin yapıtlarını adeta entelo-oral takıntılarla yutmuştu. Bu “edebi bulimia” daha sonra varisleri tarafından da taklit edildi.
Sanat ve edebiyat söz konusu olduğunda Troçki, sosyalist gerçekçiliğin Stalinist yorumuyla tezat oluşturan bir yol tutturdu. Gerçi Leninist ve Komünist ortodoksi bu yolun en dış sınırlarına karşılık geliyordu. Yeni sosyalist “Art nouveau”, romantizm, mistisizm, şüphecilik ve manevi çöküşün diğer tüm biçimleri ile bağdaşmaz ilan edilirken, Troçki sanata dair parti politikasının geniş, esnek ve daha demokratik olması gerektiğini savundu. Troçki’nin yoldaşlarına uzattığı ayna, bu bağlamlarda giderek bir portreye dönüşmüştü. Troçkistler yeni toplumcu sanatın, gerçekliğin sert sınavından koruyan yanılsamalarıyla insanları zihinsel bir gettoya kilitleyen bir olguya dönüşmesini engellemek için, gündelik kültürel militan aktivizmin enerjisiyle sürekli dönüştürülmesini savundular. Yeni toplumcu Art nouveau gündelik kültürel militan aktivizmin enerjisiyle şekillenen, sürekli devrimin temek muharriki haline gelmeliydi.
Troçkizmin yeni yüzyılın içinde her şeyden mahrum bırakıldığı açıktır: Öncü liderinin suikastla öldürülmesi, Stalinist tasfiye, Nazizm ve Sovyetlerin yıkılışı bu yoksun bırakılmanın kanlı ve acılı etaplarına karşılık geliyor. Yine de Troçkistler kendilerine, mağduriyetten bir siyasi kimlik inşa etmeyi hiç düşünmediler.
Troçkistlerin militan faaliyeti partinin katı hiyerarşisi içinde Sisifosvari çabalamayı andırıyordu; militanlar kayayı her zirveye itişte bu seferin iyi olacağına kendilerini ikna ettiler.
Troçkist hareket, kapitalizmden radikal kopuşa ilişkin perspektifi koruyadursun, sürekli devrimin, toplumun, ekonominin, siyasetin, sosyal alanın, ahlakın ve kültürün radikal dönüşümünün sürekli bir süreci olması gerektiğini savundu.
Apolitik ve benmerkezci bireyciliğin, eklektik duruş ve konfüzyonun, mağduriyetin, değersizlik bunalımı ve ruhsal dekadanın ve giderek şiddetlenen bir baş kaldırının paradoksal olarak yurttaşlığın ayırt edici bir özelliği haline geldiği bu yeni zamanlarda Troçkizm, kolektif öfkenin kristalleştiği bir odak haline geldi.
Troçkizmin bu şekilde yeniden şekillendirilmesi, eyleme hevesli olmayan ama isyan halindeki bireyci gençlik için bir çeşit buğulu ayna görevi görüyor. Çünkü burjuva dekadanının Meursault’ları, kendi yaşamlarının anlamını yaratmaları gerektiğini düşünmüyorlar. Oysa Meursault’ların suçlulukla dolu vicdanlarının üzerindeki yükü, sadece hayati dürtüyü fark etmenin daha yüksek biçimi olan sosyalizm hafifletebilir, çünkü düşüş (dekadan) bu yönüyle toplumsal; bu yönüyle karmaşık ve çoğuldur.
Troçkizm giderek sınıf savaşının, silahlı devrimin ve proletarya diktatörlüğünün yerini alması gereken yeni tür bir toplumsal hareketin, doğrudan demokrasinin ve yaygın toplumsal özyönetimin bir apolojisi haline geldi. Hareket, zamanın yeni ruhuna uygun bir tür duygusal devrime karşılık geledursun, tarih bir yap-boz tahtası olmadığı için yeni kuşakları buna inandırmak zor görünüyor. Ancak Sokrates’in “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez” sözünün ışığında devrim, her birimizin içinde uyuklayan kolektif maceraya yanıt veren şefkatli bir bağlılık, dahası bir yaşam ilkesi olmaya devam edecek.
Bu hareketin baş döndürücü ivmesi içinde Rosa Luxemburg, Che Guevara ve Subcomandante Marcos artık devrimciler panteonunda Troçki ile ciddi bir rekabet içindedir ve anarşistler de artık bu ortak mirasın bir parçasıdır. Kızıl bayrak da yeşil, siyah ve gökkuşağının renkleriyle renklendirilmiştir, ancak yine de en baskın olanı kırmızıdır.
Kaynakça
- Léon Trotski, Terrorisme et Communisme, Union Générale d’Edition, 1963, s. 48.
- Léon Trotski, Leur morale et la nôtre, Les Editions de la Passion, 2003, s. 52.
- Léon Trotski, Littérature et révolution, Les Editions de la Passion, 2000, s. 149.
- Olivier Besancenot, Révolution! 100 mots pour changer le monde, Flammarion, 2003, s. 28.
- Léon Trotski, Their Morals and Ours: The Class Foundations of Moral Practice, Pathfinder Press, 1992.
- Chantal Mouffe, For a Left Populism, Verso Books, 2018.
Bir Cevap Bırakın