Kazancı Yokuşu’ndan aşağı süzüldüğünüzde, İstanbul’un kalabalığı bir anlığına geride kalır. Asfaltın üzerine düşen akşam gölgeleri, eski taş duvarlardan sarkan sarmaşıklarla birleşir; bir yanda motor sesleri, diğer yanda taş basamaklardan yankılanan ayak sesleri. Bu iniş, bu sokağın eski sakinlerinden Ferhan Şensoy veya Mehmet Güleryüz ile karşılaşıp gerçekliğin mi, yoksa hayalin mi içinde olduğunuzu pek de umursamadan yokuş aşağı kendinizi bırakma hâli gibidir.
Tam da bu yokuşun sonunda karşınıza çıkar Anna Laudel Gallery. Mekâna adımınızı atar atmaz size bir çarpıntı armağan eder: biraz gülümseme, biraz şaşkınlık, biraz da kendi hayatınızın içine gizlenmiş tuhaflıklarla karşılaşma hissi. İşte Daniele Sigalot’un Anna Laudel İstanbul’daki “Ve Şimdi Tamamen Farklı Bir Şey” sergisi tam da böyle bir deneyim sunuyor: gündelik olanın arka planındaki ironiyi, malzemenin ağır gövdesinde saklı hafifliği, beklenmedik bir mizah duygusuyla görünür kılan bir karşılaşma. Geçmişte Carré d’Artistes Sanat Galerisi’nden tanıdığım dostum İrem İmre her zamanki sıcak karşılamasıyla bizleri sanatçıyla tanıştırıyor. İtalyan sanatçımız Daniele Sigalot yeni işleriyle bu sergisinde de ziyaretçileri şaşırtmaya devam edecek gibi görünüyor.

Sergi başlığı, Britanyalı komedi grubu Monty Python’un 1971 tarihli filminden alınma. O meşhur ifade “And Now For Something Completely Different”, bir sahneden ötekine, alışılmış bir mizah düzeninden yepyeni bir tuhaflığa ani bir sıçrayışın işareti. Sigalot da bu başlığı, kendi üretiminde kurduğu oyunlu sıçrayışların şifresi gibi kullanıyor. Bir bakıyorsunuz doğa ile yapaylık arasındaki gerilime yerleşmiş “Still Life” serisinin karşısındasınız; bir bakıyorsunuz mantıkla irrasyonelin masa tenisi topu gibi gidip geldiği “The Ping Pong Paradox”’un içine düşmüşsünüz.
Giriş kattaki “Still Life” başlıklı eserler, alüminyum malzemenin akrilik boyayla buluşmasıyla ortaya çıkıyor. Sanatçının özellikle sevdiği meşe ve ıhlamur ağaçlarının sarıdan turuncuya, kırmızıya uzanan renkli yapraklarından esinlenen bu çalışmalar; görünüş ve gerçeklik, kalıcılık ve geçicilik, doğa ve yapaylık arasındaki gerilimi yansıtıyor. Endüstriyel ve üretilmiş bir malzeme olmasına rağmen, alüminyum yapraklar doğal muadillerinin kırılganlığını ve hafifliğini hissettiriyor.
Anna Laudel’in üst katı, ressamın işleriyle daha eğlenceli bir ambiyansta diyebiliriz. Mesela Olmayan Ulusların Bayrakları başlığı altında, özel bir alanda toplumsal normlara meydan okuyan sloganlarla beş bayrak, devletlerin ve ulusal amblemlerin yerine bazı iğnelemelerde bulunuyor. Bayraklardaki sloganlar ise şu şekilde: “Bizim ülkemiz sizinkinden iyi”, “Biz haklıyız.” Evet, bu sloganlar belki biraz çocukça; ama dünya tarihimizdeki birçok savaşın da çocukça egolar nedeniyle çıktığını düşünürsek bu esprilere tebessüm etmenizde sakınca yok.

“The Ping Pong Paradox” adlı eserinde ise sanatçı basit bir ping pong masasını karmaşık bir metafor hâline dönüştürmüş. Masanın bir yanı canlı renklerle kaotik bir karalama üzerinden yaratıcılıktaki özgürlüğe gönderme yaparken, diğer taraf ise rasyonalizmi temsil eden siyah beyaz bir labirent ile dikkat çekiyor.
Sanatçı, yine üst katta sanatseverlere küçük bir test sunuyor: “Yaratıcı mısın, yoksa rasyonel mi?” sorusuna yanıt arayan 14 soruluk hızlı bir test. Her sorunun üç şıkkı bulunmakla birlikte, cevaplarımla benim test sonucum; “Yaratıcı Zihin” olarak çıktı. Bunun da şu anlama geldiğini bize deklare ediyor: çizgilerin dışını boyar, sonra çizgileri yeniden tasarlarsın. Fikirlerin kortej halinde gelir, metaforlar atıştırmalık taşır, hayal gücün uçuş planı vermez ve büyü tam da budur.
Kısacası Sigalot’un işleri, her şeyden önce kendi hikâyesinin izlerini taşıyor. Reklamcılıktan sanata yönelen bir yaşamın, yaratıcı endüstrilerden koparak “yanlışlar”ın ustalığına varan bir yolculuğu… Roma’dan Berlin’e, Napoli’den yeniden Roma’ya uzanan bir göçün. Atölyesine ironik biçimde “La Pizzeria” adını vermesi bile, hayatı ciddiye alırken aynı anda tiye almanın ne kadar mümkün olduğunu fısıldıyor.

Bu sergide malzeme yalnızca malzeme değil: metalin soğukluğu, sloganın yalınlığı, formun ağırlığı birer metafora dönüşüyor. Sigalot, seyirciyi bir dost sohbetine çağırır gibi yaklaşıyor; fakat o sohbetin ortasında toplumsal normların çatlakları, sistemin gözden kaçan boşlukları beliriyor. Gülümserken düşünüyorsunuz, düşünürken kendi çelişkilerinizle yüzleşiyorsunuz.
“Ve Şimdi Tamamen Farklı Bir Şey”, sanatın sahnesinde bize farklı bir bakış açısı armağan ediyor. Bazen bir masa tenisi topunun sekmesinde, bazen yapay bir çiçeğin suskunluğunda, bazen de Monty Python’un absürt kahkahalarında yankılanıyor. Bu sergi, gündeliğin içindeki paradoksları görünür kılarken bize şunu hatırlatıyor: sanat çoğu zaman hayatın kendisine tutulmuş bir ayna değil; tam tersine, hayatın eğriliklerini gösterecek kadar kırılmış bir aynadır.
Kazancı Yokuşu’nun sonundaki sessiz kaldırımlarda, Anna Laudel’in binası önünde güzel sanat insanlarıyla kapatıyoruz geceyi. Tesadüfen geçmişten tanışmadığımız ama hikâyelerini dinlediğimiz insanlarla karşılaşıyor, o hikâyeleri yeniden işitiyoruz. Geçmişe ise tebessümle bir selam veriyoruz; bazen acı, bazen tatlı hatıralarda…


Bir Cevap Bırakın