Hafızanın Sohbetinde: Bellek İstanbul’un İlk Buluşması

Bilgi Üniversitesi’ndeki Enerji Müzesi’nin yorgun endüstriyel tavanları altında yer alan toplantı alanı; usul usul eski sanayinin gölgesini taşırken, Bellek İstanbul’un genç öncüleri bu mekânda sessiz ama güçlü bir imza attılar. 6–7 Eylül’de gerçekleşen bu etkinlikte, hafızanın eski yaralarını kanatmadan, geçici bir sohbet meclisi kurdular ve birlikte yaşama kültürüne dair bir çağrıydı bu.

Bu oluşumun kalbinde, hem kuruculuğunu üstlenen, hem de sohbet meclisinin nabzını tutan genç bir öğrenci Defne Alara Kandil duruyor. Onun sesi, müzenin çelik çerçevelerine vurmuş bir tını gibi yankılanıyor.

Etkinliğin ilk gününde salon, Dr. Ebru Thwaites Diken’in anlamlı sözleriyle açılıyor. Ardından Prof. Dr. Ömer Turan, 6–7 Eylül olaylarının İstanbul’un kolektif belleğinde açtığı yaraların izlerini taşıyan cümlelerle devam etti, şehrin karanlık yelleri hafızanın tozlu raflarında yeniden titreşti.

Moshe Aelyon, Adalar’ın kıyılarında yaşanmışlıkların hatırasını dile getirirken; Ersin Umut Güler Gomidas’ın müziğini “dinlemek ve anlamak” kadar zarif bir davete dönüştürdü. Ve davetin ardından Sasun Estukyan, Ermeni mutfağının eski tarifleriyle yalnızca tatlara değil, kaybolan seslere de dokundu.

İkinci gün, mekânlar söze döküldü. Laki Vingas, Büyükada Rum Yetimhanesi’ni tüm nezaketiyle anlatırken duvarların içindeki yankılar bir gözlemciye dönüştü. Silviyo Ovadya, Sefarad Yahudileri’nin İstanbul’a taşıdığı ritimleri, lezzetleri hafızaya nakış nakış işledi. Hraç Arslanyan, Kapalıçarşı’nın zanaat kültürünün kaybolmuş ustalıklarını yeniden görünür kıldı. Mois Gabay, Beyoğlu’ndaki azınlık izlerini sessiz ama kalıcı bir harf gibi sokaklara yazdı.

Ve bir anda salonda izleyenler arasında sessizce belirdi: P.rof. Dr. İlber Ortaylı. Müzenin pas, kurşuni ve zamana teslim olmuş duvarlarını aydınlattı varlığı; tıpkı bir yıldızın geceyi fark ettirmeden delmesinde olduğu gibi. O an, hafıza ve tarih arasındaki ince çizgiyi gösterdi bize: hatırlamak bir zarafet, konuşmak bir sorumluluk.

Bu ilk buluşma, Bellek İstanbul’un bir tohum gibi dikildiği anda hissettirdiği şeyi taşıyor hâlâ: Eskinin çatlaklarında yeşeren bir kültür umudu bu. İstanbul’un belleğinin sadece kitaplarda değil; çocukluk hatıralarında, sokak aralarında, yemek kokularında, unutulmuş melodilerde, taşların sessizliğinde yaşadığını hatırlatıyor bize.

Bellek İstanbul’un etkinliklerini sosyal medya üzerinden takip etmek, şehrin kültürel hafızasına dair yapılan bu önemli katkıları izlemek için en iyi yol. Ayrıca, tüm söyleşilerinin ilerleyen günlerde YouTube sayfalarına yüklenecek olması, bu değerli sohbetlerin zamanla daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlayacak. İstanbul’un geçmişiyle barışıp geleceğini inşa etmeye çalışan bu oluşum, kültürel mirasın korunması ve aktarılması adına umut verici bir adım atıyor. Her bir etkinlik, şehrin hafızasında kaybolmaya yüz tutmuş sesleri, kokuları ve görüntüleri yeniden hatırlatıyor; bu da İstanbul’un kültürüne olan bağlılığımızı daha da güçlendiriyor

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.