“Yaşam nedir ve başka türlü yaşanabilir miydi?”
Matt Haig’in Gece Yarısı Kütüphanesi (i) adlı romanı, çağdaş edebiyatın sık sık dönüp baktığı bu kadim soruların etrafında dönen bir kitap.
Varoluş ve ihtimaller üzerine kurulu olan roman, intiharın eşiğindeki Nora Seed’in yaşamla ölüm arasındaki belirsiz bir mekânda, sonsuz alternatif hayatları deneyimleme fırsatına kavuşması üzerinden ilerliyor. Ancak bu anlatı yalnızca fantastik bir kurgunun sınırlarında kalmıyor; modern bireyin keşkeleri, pişmanlıkları ve özgürlük arayışı üzerinden popüler felsefi bir sorgulamaya dönüşüyor. Bu sorgulama da başka bir soruyu doğuruyor, “Neden Popüler Bir Felsefe?”
Romanın ana karakteri Nora, bu sorgulamayı da ölümle yaşam arasındaki eşikte beliren bir kütüphanede yaparken o da okurla birlikte bu soruların yanıtlarının peşine düşüyor.
Nedir ki, bu kütüphane yalnızca fantastik bir mekân değil, aynı zamanda insanın varoluşla hesaplaşmasının simgesidir. Kütüphanede bulunan her kitap, kaçırılmış bir ihtimali, söylenmemiş bir sözü, yaşanmamış bir hayatı saklıyor; saklıyor da rafların sonsuzluğunda bile insana dair sınırlar insanın kendisinin belirlediği sınırda kalıyor. Çünkü insan bu sınırda kalmaya mecburdur. Evrenin yasası buydu:
“Evren kaostan ve entropiden besleniyordu. Temel termodinamik. Belki varoluşun temelinde de bu vardı.” (s.12)
Haig bu cümleyle hem insanın bu sınırını çizmeyi, hem de kitaptaki tüm anlatının tonunu bize yansıtıyor. Haig, ayrıca entropiyi yalnızca maddenin çözülüşü olarak değil, insan hayatının her an dağılabileceği metaforu olarak da işliyor. Çünkü birkaç sayfa sonra Nora’nın gözlemi, bu kozmik düzeni gündelik acının dokusuna taşıyor:
“Zaman içinde mutlu anlar da acıya dönüşebiliyordu.” (s.21)
İşte burada roman, bilimsel bir yasa ile varoluşsal bir kırılmayı yan yana getiriyor; popülerlikten ayrılmamaya özen göstererek hatta okurları da ürkütmeden fiziği, felsefeye dönüştürüyor.
Nora’nın hikâyesi, modern bireyin daimi eksiklik duygusunu görünür kılıyor, aslında. Türkiye’den bir yazar olsa kolaylıkla “Arabesk ses” olarak tanımlanacak cümleler örneğin, “Tamamlanmamış bir insan yapbozu” (s.29) gibi ifadeleri ancak iyi bir okurun Haig’in çağdaş insanın dağınık benliğini özetlediğinin ayırdına varılmasını istediğini ancak romanın finalinde kavranıyor. Bu boşluğu doldurmanın yolu ise ne itaatte ne de teslimiyettedir. Haig’in satırları bu noktada hiç de alışagelmiş bir yaşam biçimine dışına çıkarak keskinleşir:
“Özgürlüğün temelinde itaatsizlik yatar. İtaat edenlerden ancak köle olur.” (s.102)
Gerçekte Nora’nın yolculuğu, alternatif hayatların parlak vitrinlerinden çok, yaşamın çıraklığını üstlenme sürecidir. Çünkü öğrenmek, yalnızca deneyerek mümkündür:
“Öğrenmenin tek yolu yaşamaktır.” (s.110)
Bu çıraklık, ütopyaların da kırılgan olduğunu gösteriyor. İnsan nereye giderse gitsin, kendi gölgesini beraberinde taşır, taşıyor da…
Romanın en dikkat çekici yanı, bilimsel söylemin soğuk yüzünü varoluşçu bir tonla yoğurmasıdır. Kuantum mekaniği ve çoklu evrenler, yalnızca kuramsal bir oyun değil, pişmanlıkların hayaletine dokunmanın aracıdır:
“Kuantum mekaniği ve sicim teorisi çoklu evrenler olması gerektiğini apaçık gösteriyor.” (s.137)
…Ama kütüphane raflarının ardında duran asıl hakikat, ihtimallerin değil, bakışın gücüdür. Yani senin bilincinin:
“Neye baktığın değil, ne gördüğün önemlidir.” (s.215)
Bu cümle, romanın kalbini açığa çıkarıyor, okurun eline veriyor. Yaşam, dışarıdan gelen ihtimallerle değil, kişinin onlara yüklediği anlamla şekillenir.
Evet, Haig, evrensel soruları sade ve akıcı bir dille dile getirerek popüler felsefeden yararlanarak geniş bir okur kitlesine ulaşmayı başarıyor. Ancak bu erişilebilirlik, çoğu zaman edebi yoğunluğun pahasına gerçekleştiğinin de altını çizmek gerekiyor. Romanın kimi satırları, neredeyse kişisel gelişim kitaplarından fırlamış gibi didaktik bir tınıya sahip olduğunu yukarıda da çıtlattım. Kütüphane metaforu parlak bir buluş ama bu buluşun etrafında örülen alternatif hayatlar, çoğu kez “ya bu da olabilirdi” düzeyinde yüzeysel kurgular olarak kalıyor.
Nora’nın intihar düşüncesinden yaşamı kucaklamaya giden yolculuğu, hızlı ve dramatik sıçramalarla çizildiği için kimi okurlara inandırıcı gelmeyebilir. Bana da gelmedi…Sartre’ın özgürlük anlayışına ve Camus’nün absürdizmine göz kırpan satırlar varlığı metne ancak bu felsefi damar katmaktan başka bir şeye yaramıyor. Popüler edebiyatın popüler felsefeyle cilalanmış yüzeyinde fazlasıyla sulandırıldığı da bir gerçek, ne yazık ki.
Gece Yarısı Kütüphanesi, bu haliyle derin bir varoluşçu anlatıdan çok, modern çağın hızla tüketilen kişisel gelişim metinlerinin edebiyat kılığına bürünmüş bir versiyonu gibi görünmesi, kitaptan çok derin anlamlar bekleyen okurlar için bir hayal kırıklığı yaratıyor. Haig’in Nora aracılığıyla okurun da yanıtını bulmasını istediği sorulara ilaveten, romanın sonunda okurun zihninde de yankılanan asıl soru şu oluyor:
“Gerçekten yaşamak ne demektir?”
Haig, cevabını ne ütopyalarda ne de kusursuz ihtimallerde gizlemeye gerek duymuyor. Bu sorunun yanıtını şöyle veriyor: Yaşam, acının, pişmanlığın ve kusurun içinden geçerek; tüm bunlara rağmen “kendi olmakta” bulunur. Bu yanıta bize de “Eyvallah” demekten başka bir şey kalmıyor. Haig’le tam ayrışmışken aynı yanıtta buluşmamızın şaşkınlığı noktasında roman da edebiyat tarihindeki büyük yankılarıyla buluşuyor. Sylvia Plath’in “Hayatımın amacı ne ve onunla ne yapacağım” diye haykırdığı çıkmaz, Nora’nın kararsızlığında yeniden yankılanıyor. Camus’nün absürdizmi işte burada devreye giriyor ve intihar ile yaşam arasındaki o keskin sınırı hatırlatıyor. Yaşamın saçmalığına rağmen ona evet demenin cesaretini talep ediyor. Hatta bu cesaret; Tolstoy’un “İnsan neyle yaşar?” sorusu ise romanın tüm satırlarında gizlenmesiyle taçlanıyor. İnsan başkalarıyla, emekle, sevgiyle, acıya rağmen yaşamaya devam etme gücüyle yaşıyor, başka da çare yok, ne yazık ki… .
Ve yine de bir kez daha altı çizilmelidir: Gece Yarısı Kütüphanesi, güçlü bir edebi yapıt olmaktan çok, popüler felsefenin cazibesine yaslanan bir anlatıdır. Okuruna kolaylıkla “iyi hissettiren” ama derinlemesine düşündürmekte sınırlı kalan bu roman, edebiyatın kalıcı eserleri arasında değil, çağın geçici kaygılarına verilen hızlı yanıtlar arasında yer alacaktır. Bizim şansımız bu kitabı yaşıyorken yayınlanması ve bizim okumamız. İşte bu kadar.
Kitabın popüler felsefeye yaslanma nedenlerine gelince…
Kitabı okumaya başladığınız an, kitapla ilgili övgüsel yorumlar, ardından “Bütün sağlık çalışanlarına… Bütün bakıcılara… Teşekkürler” şeklinde bir ithaf, ithafın ardından da Sylvia Plath’tan yapılan bir alıntı, alıntıdan sonra da yazarın, “ ‘Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane var’, dedi. Bu kütüphanedeki raflar sonsuza kadar gider. Her kitap yaşamış olabileceğin başka bir hayatı yaşama şansını sunar sana… Farklı seçimler yapmış olsan, şu an nasıl bir hayatın olacağını görürsün… Pişmanlıklarını telafi etme şansın olsaydı, bazı konularda farklı davranır mıydın?” şeklinde kısa bir metniyle karşı karşıya geliyorsunuz.
Romana tüm yorumlar, ithaflar, alıntılar, kısa metinlerden sonra “Yağmura Dair Bir Sohbet” başlığıyla başlamanız sizi psikolojik bir zemine çekme hazırlığı, popüler felsefenin tüm nimetlerinden faydalanmak isteyen bir yazarın hazırlığı olduğunu sonradan anlıyorsunuz. Tüm bu dizilimlerin madde gerekçesi de yani bu popüler felsefeye yaslanma içgüdüsünü metnin içeriğinde değil de Yazar Matt Haig’in asıl hayatı incelenince anlaşılıyor. Böylelikle Haig’in “Gece Yarısı Kütüphanesi” dâhil tüm kitaplarını kurmacasını oluşturan o düşünceye ulaşılıyor.
Haig, The Guardian Gazetesi’ndeki 17 Kasım 2018 tarihindeki röportajında 24 yaşında bir uçurumun kenarına giderek intihar etmek üzereyken son anda vazgeçtiğini söylüyor. Haig, depresyon ve anksiyete bozukluğunu yaşayan bir hastadır. Ancak o gün onu intihardan sakat kalma korkusu vazgeçirmiştir. Bu intihar girişiminden son anda vazgeçiş onun için bir uyanıştır. Bu uyanışı ya da çözülmeyi, depresyon ve anksiyetenin tuhaf cehennemini ve uçurumdan dönüş yolculuğunu Hayatta Kalma Nedenleri (Reasons to Stay Alive) adlı kitabında anlatacaktı. Ki bu kitap, 16 yıl sonra çok satanlar listesine girecekti. Şimdi kitaplarının okuyucularına ve çocuklarına, gelecek kasvetli göründüğünde nasıl başa çıkacaklarını öğretiyor. Haig, okuyucuların inanç ve desteklerini asla kaybetmemelerini amaçlaması için bilinçli olarak popüler felsefeye dayanıyor. Çünkü Haig çok iyi biliyor ki, hayatın getirdiği küçük sevinçlerin ve mutluluk anlarının tadını çıkarmak ve hayatta kalmak için hâlâ fırsatlar olduğunu söylüyor.
i Matt Haig- Gece Yarısı Kütüphanesi.Domingo Yayınları, 2021
Bir Cevap Bırakın