Ahmet Güneştekin: Rengarenk Hafıza ya da Şablonlaşmış Yordamlar

Örneğin hazır nesnelerle işler üreten ve Nazi Alman tarihiyle hesaplaşan Anselm Kiefer’in “grimsi” işlerine bakınca, Güneştekin’in yığıntılarının güçsüzlüğü ve renkle coşmuş görüntü kirliliği daha bir ortaya çıkıyor. Trajik nasıl anlatılır?

Hiç istisnasız Ahmet Güneştekin dünyada ilginç ve eşsiz bir yerde duruyor. Elbette bu eşsizlik onun yapıtlarıyla alakalı değil. Bana göre tuvalleri ortalama bir el işinden öte gitmiyor. Çağdaş sanat denemeleri ise sıkıcı şablonlar geçidi. Eşsizliği networkleri, burjuvaziyle ve devlet dahil kurumlarla ve de medyatik gazeteci stoğuyla kendini hep konuşulur kılması. Venedik’ten tarihi bir bina satın alacak kadar iyi kazanıyor; bir kısmı aileden olsa da hatırı sayılır bir mali güce sahip sanırım. Sanat dünyasında eğer parayla yapılmamışsa ya da yurtdışından isimlerin kalem oynatmaları dışında hakkında yergi dışında bir tane ciddi bir inceleme dahi olmayan, ciddiye alınmayan bir sanatçıdan bahsediyoruz. İlgi sadece fırsatçı ünlü avcısı koleksiyonerler, müzayedeci ve al satçılardan geldi her zaman ününün katkıyla elbette… Onun da çok ipinde değil zaten bu; hatta eleştirileri sosyal medya hesabından “it ürür kervan yürür” diye karşılayacak pervasız kabadayı bir cüreti de var.

En son Diyarbakır’ın Sur ilçesi Keçi Burcu’nda 16 Ekim’de 2021’de açılan “Hafıza Odası” sergisi ile gündeme gelmiş. Surlardaki rengarenk tabutlarla selfie çeken, açılışa uçaklarla taşınmış bol makyajlı sosyetik ve medyatik zevat büyük tepki çekmişti. Başta Ertuğrul Özkök ve eski Taraf yazarı Yıldıray Oğur ise övgüler yağdırmışlardı sergiye. Hatta bu işlerden hiç çakmayan, sadece davet edildiği için yazı borçlu olan İsmail Saymaz’da katılmıştı övgü korosuna…

Garantici Kavramlar
Sonunda Kürt gençler tepkisini göstermiş, yıllardır şiddetin, kayıp ve yıkımların yaşandığı bir kentin surlarından tekmeleyerek atmışlardı “bonibon tabutları”. Hatta duyduğumuza göre serginin Diyarbakır ayağını organize eden, uluslararası tanınırlığı olan Kürt çağdaş sanatçı Şener Özmen sadece aynı galerinin sanatçısı olduğu için prestij kaybına da uğramıştı. Güneştekin, Batmanlı bir Kürt olarak sol liberal jargonun bol bol tükettiği “hafıza” kavramına sığınmıştı hemen. O aynı zamanda Yaşar Kemal’in manevi oğluydu nasıl olsa… Bunu her seferinde vurguladı medyada. Oysa Koca Yaşar herkese oğlum derdi biraz ilgi gösteren herkese. Yine Diyarbakır Sur’dan toplanmış; ayakkabıdan ev eşyalarına bir sürü enkazı yığmıştı sosyetik Contemporary İstanbul (Cİ) fuarına.

Lastik ayakkabılar bu ülkede yoksulluğun en ikonik nesnelerinden biridir. Heidegger “Sanat Eserinin Kökeni” yapıtında Van Gogh’un ayakkabıları üzerine kalem oynatırken ayakkabıda südur eden trajikliği vurgulamıştı. Oysa Cİ’nin sponsorlu, ışıltılı mekanına taşınan bu ayakkabılardan trajiklik sökülüp atılıvermiş; bir yığına indirgenmişti; fuarı adımlayan selfieci sosyete için hiç önemi olmayan bir ayrıntı… 2018’de Cİ alanına yerleştirilen devasa ve de iğreti kurukafa-boynuz yığması ucubesini tartışmıyoruz bile. Çok konuşuldu.

Trajik Buharlaşırken

Güneştekin Feshane’de 16 Ocak’ta açılan devasa “Kayıp Alfabe” sergisiyle bir kere daha karşımızda. Tekneye yüklenmiş onlarca valiz, rengarenk boyanmış “kiç kurukafalar”, balıklar, kurukafalara sarılmış cıvıl cıvıl tülbentler, boynuz bolluğu, metalik harflerden nesneler… Güneştekin bu sergisi dolayısıyla geçmişte olmadığı kadar Kürt kimliği vurgusu yapıyor. Hatta Amed Spor bile davet edildi. Yine çok garantici davranıyor sanatçı tabut felaketinden dolayı.

İlk önce şunu söyleyeyim; tuvali ve de yapıtları zayıf olan çoğu sanatçı şablonlaşmış çağdaş sanat şablonlarına sığınmakta pek mahirler. Gelsin üstüne Mezopatamya’dan Göbeklitepeye ağdalı metinler… Valizleri yığınca mülteci ve göç oluyor zaten; bu kadar açık! Binlerce toplu iğne yığsa da bireyin atomlaştırılması olurdu zaten… Bölgede cinayetlere ve kayıplara gönderme yapan sokak tabelalarını da serpiştirince hafıza tam oluyor. Şunu vurgulayalım; sanatçının başta Kürtlük olmak üzere hafızaya dair kaygıları elbette haklı. Ama estetik ve de plastik olarak çok zayıf işler ve şablonlar korumuyor bu doğru argümanları. Hep tartışılan bir konudur: kavramsal şablonlaşmaların çağdaş sanatın trajiği parodiye çeviren bir estetik stratejilerinden olduğu. Nesneye tutulan bir ironiye teşne bunlar. Örneğin hazır nesnelerle işler üreten ve Nazilik dahil Alman tarihiyle hesaplaşan Anselm Kiefer’in “grimsi” işlerine bakınca, Güneştekin’in yığıntılarının güçsüzlüğü ve renkle coşmuş görüntü kirliliği daha bir ortaya çıkıyor.

Anselm Kiefer

Bitmeyen Tarih
Ha bir de şu var; Feshane İBB’ye ait. En son bir sergiye saldırılar dolayısıyla da gündem olmuştu. Serginin takvimi de dudak uçuklatıyor. 17 Ocak-20 Temmuz gibi upuzun bir tarih var… Neredeyse 7 ay…. Feshane belediyenin daha doğrusu halkın mekanıdır. Onlarca iyi sanatçı sergi için yer bulamazken sadece medyatik ünü ve mali gücü dolayısıyla birine bir mekanı bu kadar uzun süre vermek başkalarının hakkını da gasp etmektir. Ne diyelim daha önce yazmış ve baya okunmuştu (*); İBBKültür yine garantici davranarak medyatik üne sığınmış görünüyor. Şimdi Güneştekin bu eleştiriyi okursa yine eleştirmenler için “it ürür” diyebilir.” Biz onları çok seviyoruz merak etmesin. Biz yürüyen kervanlarla uğraşıyoruz.

Karacaoğlan’ın dizeleriyle bitireyim iyice sert olsun.

Harami var diye korku verirler
Benim ipek yüklü kervanım mı var

 

(*) https://ekdergi.com/bir-elestiri-garantici-ibb-sanat/

Bkz: Kiefer için Donald Kuspit yazısı:

Grinin Ruhu

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.