Yangın Patlaması
Mike Davis’in klasik eseri Ecology of Fear: Los Angeles and the Imagination of Disaster’dan (Korkunun Ekolojisi: Los Angeles ve Felaket Hayali) alınan, ekolojik yıkımın odağı olarak Los Angeles üzerine yazdığı ürkütücü yazı. Mike Davis’in klasikleşmiş kitabı “Ecology of Fear”’dan (ilk olarak 1998’de yayınlanmıştır) yapılan bu alıntıda Davis, zengin “Los Angeles sınırlarının” ateş kutusunu ve bunun tutuşmasını engellemek için ayrılan devasa kamu kaynaklarını incelemektedir.

“İçimde yaklaşan bir kıyamet hissi var…”- Yangın tarihçisi Stephen Pyne (1993)
1981 yılında, Los Angeles’ın en tanınmış çevre yazarı Richard Lillard, son makalelerinden birinde, Frederick Jackson Turner’ın Amerikan sınırının -ve onunla birlikte sınır adamının- 1890 yılında ortadan kaybolduğu yönündeki ünlü tezine meydan okudu. Aslında Lillard, Malibu ve Hollywood’un yukarısındaki Cennet kanyonlarında sınırın canlı ve iyi durumda olduğunu ileri sürdü. Büyük şehre bu kadar yakın olan vahşi dağların benzersiz mücadelesi, kendi seçtikleri tepe sakinlerinin içindeki gerçek cesareti ortaya çıkarıyordu. “Neredeyse her zaman taze ve vahşi kokan tüm yamaç ve vadi ortamı, Frederick Turner’ın ve Tocqueville de dahil olmak üzere pek çok gezginin taşra bölgelerinde tanıdığı türden bireyleri hem kendine çeker hem de tutar. “Dahası, komşucu ve kendine güvenen tepe halkı, yangın tehlikesinin amansız kararlılığı nedeniyle kahramanca bir cesarete sahipti, ‘bir zamanlar atalarının düşman yerlilere karşı tetikte durduğu gibi, kundakçılara veya kibritle oynayan çocuklara karşı gözlerini dört açıyorlardı.’
Ancak aynı zamanda Lillard, dağ toplumunun baş düşmanı olan eğimli banliyölerin sürünen tehdidine karşı sert bir uyarıda bulundu: “Vahşi doğanın ortasındaki bir yerleşim yeri değildir. İnsanoğlu doğaya uyum sağlamak yerine onu fethetmiştir. Yeni anlık yerleşim bölgelerinde genellikle bir süpermarket, bir temizlik ve boyama tesisi ve bir çamaşırhane bulunmaktadır. Göç eden mini şehir nüfusu, dağlılardan ziyade şehir kulübü tiplerinden oluşmaktadır.” Lillard sadece on buçuk yıl önce yazmasına rağmen, onun dağ sınırı artık yok olmuştur. “Country club tipleri” her yeri fethetti ve şimdi resmedilmeye değer sahilleri ve dağ eteklerini tekellerine aldılar. Santa Monica Dağları Koruma Derneği gibi cesur ama geç kalmış açık alan koruma girişimlerine rağmen, Güney Kaliforniya’nın kalan doğal peyzajı yok edilmeye ya da özelleştirilmeye devam ediyor. Daha önce de gördüğümüz gibi, yangının kendisi soylulaştırmayı hızlandırmakta ve bohem yaşam tarzlarının yerini züppelik ve seçkinlik almaktadır. Tepelere doğru olan bu hareketin gerçek itici gücü artık açık hava sevgisi ya da sınırdaki kırsallık değil, eleştirmen Reyner Banham’ın 1960’larda fark ettiği gibi, ortak vatandaşlık ve kentsel yaşamın yoğun dokusunun dışında mutlak “mahremiyet köşeleri” arayışıdır.
Dahası, yamaç ev inşaatı, varlıklı bir azınlık uğruna çoğunluğun doğal mirasını yağmalamıştır. İlçe planlama komisyonları, yasaların zorunlu kıldığı şekilde “önemli ekolojik alanları” korumak yerine, tarihsel olarak yamaç geliştiricilerinin uysal araçları olmuştur. Santa Monica Dağları’ndaki güzel kıyı çalılıkları ve kanyon sulak alan ekosistemlerinin büyük bir kısmı, şatolar ve “güvenlik kapısı prestiji” ile yer değiştirmiştir. Güney Kaliforniya’nın başka yerlerinde – Verdugo, Puente, San Jose, San Joaquin ve San Raphael Tepelerinin yanı sıra Santa Susana, Santa Ana ve San Gabriel Dağlarında – on binlerce dönüm meşe ve ceviz ormanı, benzer lüks yapılaşmalara yer açmak için buldozerler tarafından yok edilmiştir. Ve Westlake bölgesinin çoğu Malibu günbatımını hiç görmemiş yoksul vergi mükellefleri de dahil olmak üzere “düz arazi” halkı, eğimli banliyölerin bakımı ve gerektiğinde yeniden inşası için giderek artan masrafları sübvanse etmeye devam edecektir. Richard Minnich’in de belirttiği gibi, yamaçtaki ev sahipleri, gecekondu sakinlerinin aksine, neredeyse sınırsız yangın korumasına erişebilmektedir.
“Para Los Angeles’ın yoksul bölgeleri yerine Santa Monica Dağlarına akıyor çünkü yangınla mücadele acil bir eylem. Nitekim tüm orman yangınları, bir dönümlük alanlar bile acil durum olarak değerlendirilir. Orman Hizmetleri ve diğer arazi yönetim kurumlarının önceden belirlenmiş bir bütçesi yoktur. Yangın söndürüldükten sonra hükümete sadece bir fatura gönderirler. Bütçeleme sonradan yapılır, yani hiçbir kısıtlama yoktur. Mümkün olduğunca pervasızca harcama yapabilirler. Fakat şehir yangınları bu şekilde ele alınmaz.” Bu esnada, Güney Kaliforniya’nın kalan vahşi doğasının banliyöleşmesi, metropol merkezinde algılanan bozulma karşısında yalnızca hızlandı. Orta ve üst sınıf aileler Los Angeles’tan (özellikle San Fernando Vadisi gibi eski, “kentleşmiş banliyölerinden”) kaçtıkça, ‘chaparral’ ateş kuşağının engebeli hatlarında daha da derin sığınaklar arıyorlar. Örneğin, neredeyse tüm Malibu yangın fırtınalarının potası olan Thousand Oaks-Agoura Hills koridorunun nüfusu 1970’ten bu yana üç kat artarak (yaklaşık 60.000’e), yüzlerce yeni ev izole tepelere ve sırtlara çıra gibi dağıldı. Son yangınlardan ve depremlerden alınan tüm dersler göz ardı edilerek, Los Angeles County’nin kuzeyindeki çevreye hassas, yangın riski taşıyan Santa Clarita ve Leona Valley bölgelerinde toplam 42.000 konutluk Newhall Ranch ve Ritter Ranch adlı iki yeni mega proje inşa ediliyor. Eyalet genelinde, nüfusun en beyaz ve en zengin kesimi olan yaklaşık yedi milyon kişi artık orman yangınlarının hüküm sürdüğü banliyö-şaparal sınır bölgesinde yaşamaktadır. Milli parklar ve askeri üsler hariç tutulduğunda, Kaliforniya 1980’lerde yılda 10.000 orman yangınına maruz kalmıştır. Aynı zamanda, banliyö yangınları giderek daha kıyametvari bir hal alıyor. Yangının sosyal maliyeti, yangın kuşağı banliyö nüfuslarının doğrusal büyümesiyle neredeyse doğrusal bir ilişki içinde artmıştır. Eyalet çapında kayıtların tutulmaya başlandığı 1923 yılından bu yana orman yangınları nedeniyle tahrip olan tüm ev ve konutların üçte ikisi 1980 yılından bu yana yanmıştır. Stephen Pyne’nin öne sürdüğü gibi, 1956 Malibu yangını yeni bir yangın rejimini başlattıysa, 1991 Oakland yangını (1,7 milyar dolar sigortalı hasar) ve 1993 Güney Kaliforniya yangın kompleksi (1 milyar dolar) yeni bir “banliyö sonrası” yangın rejiminin ortaya çıkışına işaret etmiştir.
Bu “yangın patlamasının” artan tehlikeleri, her yıl dağ yangınlarıyla mücadele ederken hayatlarını riske atanlar için çok açık. İçişleri Bakanı Bruce Babbitt’in 1993 yılında Malibu yangın mahallini ziyaret ederken yakındığı gibi: “Yangınla mücadele daha pahalı, daha tehlikeli hale geliyor.” Askeri bir benzetme yapmak gerekirse, yamaçlardaki yeni yapılaşma yoğunluğu orman yangınlarıyla mücadeleyi geniş çaplı bir manevra savaşından sokak savaşına dönüştürdü. İtfaiyecilerin enerjileri artık ev ev savunmaya harcanırken, “karşı ateş” gibi geleneksel orman yangınıyla müdahele tekniklerini yakındaki evlere yönelik olabilecek tehdit nedeniyle etkisiz hale geliyor. Sonuç olarak, itfaiyecilerin düzensiz ve hızla hareket eden yangın cepheleri tarafından tuzağa düşürülme riski önemli ölçüde artmaktadır. Glendale ve Los Angeles şehir itfaiyelerinden dört itfaiye aracının 1996 Malibu yangınının ikinci gününde başına gelen de tam olarak buydu. Yangın çok az maddi hasara yol açmış olsa da, söndürme ekiplerini yok etmeye çok yaklaşmıştı. İtfaiyeciler, Corral Kanyonu’ndaki Malibu Bowl’un üzerinde yer alan bazı evleri kurtarmak için gönderilmişlerdi ki, değişen rüzgarlar alevleri aniden güneye bakan dik bir yamaçta alevlendirdi. Normalde bu tür alevlenmeleri izlemesi gereken Glendale yangın ekibinden sorumlu kaptan, evleri korumak için hat döşemekle meşguldü. Yangın beklenmedik bir şekilde okaliptüslerle kaplı sırtta patlak verdiğinde, “24 numaralı itfaiye aracının kaptanı bir ısı patlaması ve ardından bir kor yağmuru hissetti. Personeline hortum hattını terk etmelerini ve kaçmalarını emretti.” Bir itfaiye eri, 53 yaşındaki William Jensen, kaçan yoldaşlarını hortumundan püskürttüğü suyla korumak için neredeyse intihar edecek bir cesaretle pozisyonunu korudu. Vücudunun yüzde 70’i korkunç derecede yanmasına rağmen hayata tutundu, ancak hastaneden 4 ayda çıkabilmiş ve bu süre zarfında 16 ayrı deri grefti ameliyatı geçirmek zorunda kalmıştır.
Bu sırada, Los Angeles’tan gelen birimler umutsuzca yaklaşan alev çemberinden kaçmaya çalışıyordu. Ancak yoğun duman 10. aracı durdurdu ve “ araçtaki dört adam, her birinin koruma olarak taşıdığı alüminize battaniyelerden yalnızca birini açabildi. Üçü battaniyenin altına süründü; dördüncüsü -kaptan- sadece vücudunun üst kısmını kalkanın altına sokabildi.” Ciddi şekilde yanmıştı. İki Los Angeles ekibi daha alev duvarının içinden geçmeyi zorladıktan sonra duman solumaktan zarar görmüştür. İki itfaiye departmanının ardından yapılan iç değerlendirmede, dar bir şekilde ve muhtemelen haksız bir şekilde, “deneyimsiz liderliğin” neredeyse felakete yol açan rolüne odaklanmıştı. Oysa tehlikeli yangın fırtınası koşullarında evden eve savunma yapmanın daha geniş sorunu göz ardı edilmiştir. Gerçekten de, mülk değerlerinin yangınla mücadele taktiklerini belirlemesine izin verildiği sürece artan bir tuzağa düşme ve ölüm riski kaçınılmazdır. Dahası, dağ eteğindeki yangın kuşaklarında konutların katlanarak artması, aynı anda birkaç yangının çıkma olasılığını arttırarak bölgesel insan gücü rezervlerini sınırlarına, hatta ötesine kadar, zorlamaktadır. Bir ulusal orman yetkilisinin gözlemlediği gibi: “Malibu’daki bu yangınlar, dünyadaki tüm itfaiyecileri getirseniz de yangını durduramayacağınızı kanıtlıyor.”
Çoğu uzman, artan yangın tehlikesini engellemenin en etkili yolunun, yakıt birikimini azaltmak için her beş ila yedi yılda bir düzenli “kurallı yakma” olduğu konusunda hemfikirdir. Ancak bu Tong-va (Los Angeles bölgesinin eski yerlilerinin kullandığı yöntem, kurallı yakma tekniğinin dillerindeki ismi) uygulamasına geri dönüşün, nüfusun yoğun olmadığı ulusal orman yetki alanları dışında Güney Kaliforniya’da uygulanmasının neredeyse imkansız olduğu kanıtlanmıştır. Tüm kontrollü yakmalar küçük de olsa kaçak yangın riskini beraberinde getirmektedir ve yerel itfaiye teşkilatları anlaşılabilir bir şekilde potansiyel sorumluluklarından çekinmektedir. Dahası, yamaç ev sahipleri dernekleri, “kararmış yamaçlar ve yüzme havuzlarındaki küllerin mülk değerlerini düşürdüğü” inancıyla kurallı yakmaya şiddetle karşı çıkmaktadır. Tipik bir vakada, Los Angeles İlçe İtfaiyesi yakın zamanda, kontrollü yakmaların evini satmayı imkansız hale getireceğini iddia eden bir Topanga Canyon sakini tarafından dava edilmiştir. Dağ ev sahipleri de tehlikeli yaşam alanlarının korunması için herhangi bir özel mali sorumluluğu reddetmeye devam etmektedir. Örneğin paragöz Malibu sakinleri, verimsizliğiyle ünlü su sistemlerini yenilemeye ya da dar ve dolambaçlı sokaklarını genişletmeyi amaçlayan her türlü çabaya direnmişlerdir. Yine de orantısız siyasi güçleri sayesinde, bilimsel olarak itibarsızlaştırılmış bir yangın söndürme stratejisinin patlayan maliyetlerini halkın üstlenmesini beklemeye devam ediyorlar. Los Angeles’ın güçlü Yamaç ve Kanyon Dernekleri Federasyonu’nun (Malibu’nun da bağlı olduğu) başkanı Alan Kishbaugh’un yakın zamanda ifade ettiği gibi: “Burada evlerimizde oturuyor, üzerimize düşeni yapıyor ve mevcut en iyi korumayı bekliyoruz …. Konu yangından korunma olduğunda, Kaliforniyalıların var olanın en iyisini almaya hakları vardır.”
Daha önceki her yangın trajedisinin ardından olduğu gibi, ev sahipleri her zaman orman yangını sorununa teknolojik bir çözüm bulma fikriyle baştan çıkarılmıştır. En güncel fetiş, CL-415 “Super Scooper” adlı, okyanus yüzeyini sıyırabilen ve yangın damlası başına 14.000 galona kadar su yükleyebilen devasa bir amfibik uçak. Yamaç ve Kanyon Dernekleri Federasyonu, Kanada yapımı bu uçaklardan her biri 17 milyon dolardan bir filo satın alınması için eyalet ve yerel yetkililer nezdinde yıllardır yoğun lobi faaliyetleri yürütüyor. Üstelik federasyon, 1993’te Malibu’nun tahliyesinden bu yana güçlü Batı Los Angeles Demokrat makinesinin ve Los Angeles Times da dahil olmak üzere bölgesel medyanın çoğunun desteğini aldı. 1996 yılında eyalet büyük uçakları deneysel olarak kullanmaya başladı. Politikacılar ve medya bir kez daha temel arazi kullanımı sorununun -yangın kuşağı banliyölerinin yaygın ve kontrolsüz bir şekilde çoğalması- kamufle edilmesine izin verdi. Ancak Malibu ve Laguna sahillerinin yanı sıra yüzlerce diğer lüks yerleşim bölgesi ve kapılı tepe banliyöleri için “güvenlik”, eyaletin en önemli sosyal harcamalarından biri haline geliyor, ancak – refah veya göçmenler konularından farklı olarak – neredeyse hiçbir zaman alternatifler açısından tartışılmıyor. 1993 Cadılar Bayramı haftasında 15,000 itfaiyeciyi seferber etmenin 100 milyon dolarlık maliyeti, kamu defterinde giderek daha sık rastlanan bir kayıt olabilir. Kuşkusuz, kent içi toplulukların yangın, toksik ya da deprem güvenliği için benzer bir yatırım söz konusu olmamaktadır. Bunun yerine, pek çok şeyde olduğu gibi, tehlikeleri önleme konusunda iki ayrı ve eşit olmayan sisteme müsamaha gösteriyoruz.

Çeviri: Teymar Said

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.