Siyaset budur, hegemonya mücadelesi de! Bizimkiler garantici sadece… Ama bunun bir hezimeti de olacak. Yıllarca alanın kahrını çekmiş binlerce muhalif sanatçı ve kültür insanında ciddi rahatsızlık oluşturuyorlar.
İstanbul Büyük Şehir belediyesi istisnasız kültür-sanata en çok yatırım yapan belediyelerden biri. Açılan müze, kütüphane, sanat galerisi sayısını takip etmek mümkün değil. Etkinlik bolluğu insana bazen bu kadar da çok olmaz duygusu bile yaratıyor. Mahir Polat’ın başarısı yadsınamaz. Edebiyat fakültesi sanat tarihi mezunu, stajını İstanbul Modern’de yaptığını duyduğumuz Polat, alışılagelmiş bir belediye bürokratı değil gördük. Neredeyse kültür bakanlığına aday görünüyor. İBB Miras çok büyük projeler yapıyor. Bu parıltı ve enerjide AKP’li dönemin mehterli, nargileli ya da geleneksel Osmanlı vurgulu vasat kültür-sanat hayatının da büyük katkısı var elbette. Özellikle Gazhane, Haliç Sanat gibi ya da sembole dönüşmüş Casa Botter takdir edilmeli. Buna bir de Paris Olimpiyatları dolayısıyla İBB öncülüğünde açılan Paris İstanbul Hause’da ekleniverdi. Fransa’nın başkentinin en prestijli yerinde, “Palais Galliera” da İstanbul’u ve Türkiye’nin Olimpiyatlardaki tarihini tanıtmak için büyük emeklerle yarattıkları bir tasarım İmamoğlu ve ekibinin pr’ına dönüştürüverdi. Özgür Özel’in de katıldığı ve Türkiye’den sanatçıların katılımı bol bol medyada yer almaya başladı. Her dönemin dâhisi, her şeyden anlar Bedri Baykam, Sunay Akın vebana göre galericilerin şişirmesi bir ressam olan Onay Akbaş’ı görüyoruz yine vitrinde. Küratörlüğünü Bedri Baykam’ın yaptığı ““Yolu Paris’le kesişen Türk sanatçılar” sergisinde yaşayan en önemli Parisli sanatçımız Utku Varlık’ın adı bile yok. Kötü niyet açık görülüyor. Bunlar gerçekten pahalı organizasyonlar. Öncelikli gündem AKP’ye verilen mücadele ve belediyelerin alınması olduğu için İBB’nin kültür-sanat organizasyonlarına çok eleştiri de gelmedi bugüne kadar. Ben de dahil “şimdi sırası” değil duygusu içinde hareket ettik.

Ama artık buna dur demenin zamanı geldi sanırım. Paris’te açılan İstanbul Hause’nin organizasyonu İzzettin Çalışlar’da görülüyor. Dedesi cumhuriyetin kurucularından bir paşa olan Çalışlar’ın hızına yetişmek mümkün değil. Şirketlerden, bankalara, sahili işgal eden Galataport Projelerine ve AKP’li kurumlara kadar birçok organizasyon ya da prestij kitabı üretmiş biri. Yani bana göre her dönemde iş yapmış parlak bir isim. İşte başta Mahir Polat ve ekibi olmak üzere İBB’nin kültür-sanat politikasının zayıf ve eleştirilecek karnı burası görünüyor. İBB seçildiği günden itibaren her dönem zaten iş yapan medyatik isimleri yine kültürün odağına yerleştirdi her zaman. Yekta Kopan’sız bir organizasyon yok, ya da neredeyse bütün CHP’li belediyeleri kendisine bağlamış izlenimi veren ağlak-meddah şair Sunay Akın’sız bir etkinlik yoktu bir ara. Sadece İstanbul değil elbette İzmir vs.de var işin içinde. Olan başka bir kültür yemlikçisi Enver Aysever’e oldu sadece… Örneğin başka bir örnek; İzmir’den Eskişehir ve İstanbul’a Haydar Ergülen’siz bir edebiyat-şiir etkinliği yoktu bir ara CHP’li belediyelerde. Ünlü ve medyatik isimlere itirazımız yok elbette. Bu etkinliklerin takibi açısından çok ama çok önemli. Sorun İBB ekiplerinin tümüyle böyle davranıyor oluşu. Bu onların alanı takip etmeme cahilliğiyle de ilgili sanırım. “Kargadan başka kuş tanımam” kolaycılığı. İBB seçimi aldığından itibaren, Feshane’deki saldırıya uğrayan Karşı Sanat organizasyonu dışında bağımsız ve muhalif insiyatiflere yer açmadı maalesef. Balat’taki Haliç Sanat sergileri bile ana akım sanat galerilerinden toparlanmış sanatçılar. Yani orada da tam bir garanticilik var. Marcus Graf gibi sanat dünyasında tekele dönmüş bir küratörü bir ara bütün İBB organizasyonlarında gördük. Burada temel sorun şu; İBB kültür-sanat politikası tümüyle hatta bıktırıcı bir şekilde ana akıma dönmüş olması. Her dönem iş yapan isimler bir de bol bol bütçeyle İBB lütfuna uğruyor. Başta Polat olmak üzere İBB’nin kültür sanat profesyonellerinin muhalif-bağımsız odaklardan haberleri bile yok. Bu dünyanın içinde olan biri olarak söyleyeyim; bu yönelim birçok sanat-kültür insanında rahatsızlık hatta nefret oluşturmaya da başladı.

Başka temel eleştiri ise şu: belediyenin parası halkındır. Bu kadar kültür-sanat alanına da ihtiyaç yok. Buralar başta restoratör mimarlar ve garantici sanat profesyonellerinin yemliğine dönüşmüş durumda. Örneğin Botter’e ne kadar para harcandı? İnsanlar o binanın satın alındığını zannediyorlar. Oysa belli bir süre sonra mirasyedi sahiplerine geri dönecek. Yıllarca onlar tarafından enkaz olarak bırakılmış tarihi binayı biz cebimizden restore edip bu mirasyedi aylaklara geri vereceğiz. Açık söyleyeyim Paris’teki İstanbul Hause giden ve medyatik zevzekleri vitrine taşıyan organizasyon halkın cebinden çıkmıştır. Bunların çoğunu zamanında AKP de gezdiriyordu bol bol! Örneğin Taksim’in göbeğindeki hep boş olan Sevgi Soysal Kütüphanesi yerine yoksul Tarlabaşı-Dolapdere ve çeperini kuşatacak bir sosyal hizmet merkezi daha anlamlı olurdu. Bakın şimdi yandaş medya bu yazıyı bol bol alıntılaya da bilir; benim için sorun yok! Hatta manşet yapsın…
Diğer bir nokta da zor şartlarda çıkan, kapanmak üzere olan yüzlerce sol, sosyalist, demokrat, bağımsız dergi ve yayınlara İBB’nin neredeyse hiç destek vermemesi. İST dergisi her dönem iş yapan Milliyet’ten yetişme Nazım Alpman gibi bir medya vitrinin yemliği gibi görünüyor. Burada gerçekten AKP’yi takdir etmek gerekiyor. Onlar İsmail Kılıçaslanlı uyduruk şiir festivallerine bile trilyonlar vererek, yüzlerce dergi ve kitabı destekleyerek kendileri açısından büyük iş yaptılar. Siyaset budur, hegemonya mücadelesi de! Bizimkiler garantici sadece… Ama bunun bir hezimeti de olacak. Yıllarca alanın kahrını çekmiş binlerce muhalif sanatçı ve kültür insanında ciddi rahatsızlık oluşturuyorlar. Uyarması bizden!
Bir Cevap Bırakın