Thomas Ripley: Bir Öfkenin Arka Planı

Nisan ayının başlarında Netflix’in Originals serisinde listelenen Ripley (2024), aslında seyircinin çok yakından tanıdığı bir ismi, Thomas Ripley’i kadrajın merkezine yerleştiriyor. Thomas (Tom) Ripley, Patricia Highsmith’in beş polisiyeden oluşan roman serisinin başkarakteri. Hemen her dilde kalabalık bir okur kitlesine sahip Highsmith’in 1955 ila 1991 yılları arasında kaleme aldığı bu polisiye romanlar, bugüne kadar çok sayıda film ve diziye uyarlandı. Highsmith’in metinlerindeki eleştirel bakışın bu uyarlamalara da bir ölçüde yansıdığı söylenebilir. Diğer yandan, ekrana yansıyan Tomlar hem birbirlerinden hem de serideki aslından hayli farklı. Bu Tomlar arasından en ilgi çekeni ise daha şimdiden Ripley (2024)’e ait. Söz konusu Tom’a dair akılda kalan en güçlü bağlam düşünüldüğünde bu, şüphesiz, dehşet verici bir sakinlik içinde dışavuran öfkesi. Tom’un dizinin öteki karakterlerine yönelen bütüncül öfkesini sorgulayan bu çalışma, dizi akışı içinde şu soruların yanıtlarını arıyor: Tom’un öfkesinin kökleri nerede saklı, bu öfke nereden besleniyor? Bu öfke kendini dışavururken nasıl bir hattan ilerliyor?

Ripley (2024) bir diziden ziyade uzun metrajlı bir filmi andırıyor aslında. Eserde siyah beyaz ekran kullanımı, belirli estetik incelikler kazanmanın ve alımlamada niteliği arttırmanın yanında, insanlar arası ilişkilere odaklanırken de zamansallığı mümkün mertebe paranteze almayı sağlıyor. Bu koşul, dizide yer alan yaşantı örneklerini bugünkü tartışmalara daha kolay taşımayı olanaklı kılıyor.

Dizi çok farklı konuların mesele edilebileceği, bu meselelerin felsefi, estetik, psikolojik ve sosyolojik boyutlarda incelenebileceği bir içeriğe sahip. Bu metnin amacı ise, başta koyulan sorular çerçevesinde, akış serimlenirken Tom’un ortaya koyduğu kanlı fiillerin ardında nasıl bir toplumsal arka plan olduğunu anımsatmak. Böylece sık düşülen bir yanılsamaya, kanlı bir olayın ele alınmasında salt kişinin bozuk ruh hali gibi daha çok tikel etkenlere sığınarak, toplumsal dolayımların saklanmasına bir itirazda bulunulacak.

***

Dizideki insan ve mekân betimlemelerinde, verili toplumda insan olmanın benlik bilinci bakımından açmazlarının yansıtılması ve odağa alınmasa da sınıfsal ayrımların sergilenmesi, bilhassa önce çıkan iki içerim. Bu iki içerim Tom özelinde bir kat daha dikkat çekici. Dizide, açılıştaki flashforwardın ardından seyirciyi hemen Tom’un yaşam alanı karşılıyor.

Tom işçi sınıfının gelir bakımından en alt tabakasının kaldığı pansiyonlardan birinde yaşıyor. Son derece yalnız. Pansiyonu saran New York, toplu taşıma araçlarından sokaklara kadar işten eve, evden işe giden, işyerlerinde gün geçiren insanların portreleriyle dolu. Bu portrelerin yüzünde Hollywood filmlerinin Amerikan Rüyası’na pek rastlanmıyor. Tom da bu rüyadan bihaber gibi. Köhne bir pansiyonda boğucu ve sorgulayıcı bir duygu sarmalı içinde. Halinden memnun olmadığı belli.

Tom, sözcüğün en çiğ haliyle, lümpen-proletaryanın bir parçası. Binbir azar eşliğinde teyzesinden aldığı düzenli bir meblağ dışında, hayatını “sahtecilik” yoluyla kazanıyor. Fakat görünen o ki, işinde pek başarılı değil; mesleki (!) bir yetkinlikten uzak. Gelir İdaresi’nden bir müfettişin incelemesine dahi takılmış durumda. Dolayısıyla hem kazanç hem kariyer açısından durumu iç açıcı değil. Değiştirmeye çalışsa da yoksunluk içindeki koşullarının esiri olmaktan kurtulamıyor.

Tom’un her günü bir öncekine benziyor. Böylesi bir zaman döngüsüne sıkışmışken, kendisine ulaşan bir özel dedektif aracılığıyla, Long Island Tersanesi’nin sahibi Herbert Greenleaf’ten bir görüşme daveti alıyor. Başta bu daveti ciddiye almasa da, içinde bulunduğu açmazın da etkisiyle Herbert ile görüşmeyi kabul ediyor. Bu görüşmede Herbert, Tom’un eskiden tanıdığı oğlu Richard’ı (Dickie) New York’a dönmeye ikna etmesi için Atrani’ye gitmesini rica ediyor. Tom para ve çeşitli imkanlar elde edeceği bu teklife hemen olumlu yanıt veriyor.

Tom’un Atrani yolculuğuna daha baştan itibaren büyük bir anlam yüklediği aşikâr. Koca bir hoşnutsuzluktan oluşan New York’taki yaşamını bir çırpıda arkasında bırakıyor. Bir valiz dışında bu yaşamından geriye hiçbir şey kalmıyor. İtalya içlerinde bir trende ilerlerken teyzesine yazdığı veda mektubuyla da “New York” ile son bağını koparıyor. Küçük yaşta ailesini bir tekne kazasında kaybeden Tom’un ebeveyn olarak bildiği kişi, varlıklı bir kadın olan teyzesi olsa gerek. Tom, ondan aldığı paranın karşılığında duygusal olarak hırpalandığını, yani aldığı parasının karşılığını hayli hayli ödediğini düşünüyor. Mektubuyla aralarındaki ilişkiye son verirken, artık bu bedeli ödemeyeceği için de son derece mutlu.

Tom, her biri başlı başına birer sanat eseri olan canlı fotoğraf kareleri eşliğinde Atrani’ye vardığında, ilk işi Dickie’yi bulmak oluyor. Bir tesadüf kurgusuyla, aslında önceden de çok tanımadığı Dickie ile plajda yeniden tanışıyor. Bir süre birlikte vakit geçirdikten sonra Tom, Dickie ve sevgilisi Marge Sherwood’a, buraya tesadüfen değil de Herbert’ın ricasıyla geldiğini ancak Dickie’nin New York’a dönmesi konusunda artık onunla hemfikir olmadığını anlatıyor. Bundan sonrası ise, Dickie’yi ilmik ilmik işlediği ve tuhaf bir arkadaşlık kurduğu bir sürecin adım adım ilerleyişi.

Dickie, bildiğimiz kadarıyla Greenleaf ailesinin tek çocuğu. Aile işinin başına geçmek yerine kendisine her türlü sorumluluktan muaf bir yaşam kuruyor. Greeleaflere ait bir fondan düzenli para çekerek ihtiyaçlarını karşılayan Dickie’nin, bir bakıma sınırsız bir maddi kaynağı var. Dickie’nin başlıca meşgaleleri, Marge ile Avrupa’nın farklı köşelerini gezmek ve Atrani’deki yerleşik yaşamında ya teknesinde ya tuvalinin başında ya da görkemli villasının terasında vakit geçirmek. Dickie’nin ne resimleri ne de bilgi birikimi vasatı aşamasa da yaşamına bir anlam katmak adına kendini iyi bir ressam ve iyi bir entelektüel olduğuna inandırmış durumda. Sözcüğün olumsuz anlamında naif biri Dickie; yapabildiği her şeyi elindeki paranın sunduğu imkanlarla mümkün kılabiliyor. Duyduğu en büyük eksiklik ise yakın bir arkadaş. Bu durumu fark eden Tom, Dickie’nin kendisini evinde kalması için davet etmesiyle bu eksikliği gidermeye yöneliyor.

Tom, Dickie’nin yaşamına tanık olduğunda adeta büyüleniyor. Bu üstelik sadece evi, kıyafeti, yüzüğü, kalemi gibi nesnelerle sınırlı değil; davranışlarından konuşma biçimlerine ve etraftan aldığı övgülere kadar bir imrenme söz konusu. Tom bu yaşamın her karesini bir kamera misali kaydediyor. Dahası, zaman zaman kendine Dickie rolü verip provalar yapıyor. Arkadaşlıkları ilerlerken, Tom sürekli Dickie’nin yaşamının daha fazlasına tanık oluyor ve giderek Dickie’yi daha çok taklit ediyor. Bir anlamda Dickie olmanın ne demek olduğunu kafasında çevirip duruyor. Bu sırada bir yandan Herbert’ı Dickie’nin döneceğine inandırarak kendisine para göndermesini sağlıyor, bir yandan da Dickie’nin eksikliğini duyduğu arkadaşı olarak onun tüm imkanlarından faydalanıyor. Dickie’nin yanında onun yaşadığı yaşamı birlikte yaşıyor da denebilir. Kendi başına bir anlamı olmayan bir parazitten farkı olmasa da Tom, dili, kültürü ve insanıyla bağlar kurarak ilerisi için İtalya’ya kök salmaya çalışıyor.

Tom için işler uzun süre iyi gitmesine rağmen, Dickie ile arkadaşlığının bir gün sona erebileceği tedirginliğini sürekli üzerinde hissediyor. Dickie’nin Tom’un arkadaşlığına duyduğu ihtiyaç, bir süre böylesi bir olasılığın önündeki en belirgin engel oluyor. Zira Dickie yaşamıyla ilgili Tom’dan onay almaktan ve kendini Tom’dan dinlemekten hoşlanıyor. Tom ile vakit geçirmek Dickie’yi de mutlu ediyor. Ne var ki Dickie gibi naif biri için güçlü bir muhalefetin karşısında uzun süre direnmek hiç de kolay değil. Bu muhalefetin bir tarafı, Tom’u kendi eliyle Atrani’ye gönderen ama şimdi Tom’un kendisini ve Dickie’yi kullandığını düşünen Herbert. Diğer tarafı ise, Tom ile vakit geçirdiğinden beri Dickie tarafından ihmal edilen Marge, ki Marge’ın muhalefeti Herbert’tan çok daha etkili. Her ne kadar Tom, Dickie’nin uyarısıyla, Marge’ın eleştirilerinin şiddetini düşürmek niyetiyle yazarlık yetilerini Marge’ın hizmetine sunmuş ve Marge’ın kitabını neredeyse baştan aşağı yeniden şekillendirmiş olsa da, Marge Dickie ile geçirdiği zamanı geri istemekte. Tom’un Marge ile ilişkisi ne kadar iyi olursa olsun, ortada paylaşılamayan bir Dickie olduğu ve Tom’un Dickie’yi paylaşmaya hiç niyeti olmadığı belli. Bu nedenle çatışma ortamı kaçınılmaz.

Bu güçlü muhalefetin baskısına artık karşı koyamayan Dickie, birlikte çıkacakları bir San Remo gezinin sonunda, yollarını ayırmaları gerektiğini Tom’a açıklamaya karar veriyor. Denizin ortasında Dickie’nin çekingen bir şekilde arkadaşlıklarını bitirmek istediğini öğrenen Tom, motoru çalıştırmak üzere arkasını dönen Dickie’nin kafasına vurduğu kürek darbeleriyle, Dickie’yi oracıkta öldürülüyor. Tom sakin kalıp işleri yoluna sokacak bir fırsat kollamak ya da sessizce ortamdan ayrılıp bir başka yol tutmak yerine neden böyle bir fiile başvuruyor?

Öncelikle, Tom’un aklında, İtalya’daki yeni yaşamından başka gidebileceği hiçbir yer olmadığı hemen belirtilebilir. Zira Tom buraya gelirken “New York”u arkasında bırakmış ve bu yeni yaşamını kazanmak için önce Herbert’ı ve sonra Dickie’yi ince ince işlemişti. Bir anlamda her şeyini bu yeni başlangıca adamıştı. Fakat gelinen noktada Dickie onu yaşamından çıkarmak istiyordu ve Tom bir parazit misali tutunduğu Dickie’nin yaşamı olmadan ayakta kalamazdı. Bununla beraber, bir fırsat yakalayıp Dickie’yi bir süre daha kendi tarafına çekebilse dahi, nihayetinde karşılaşacağı sonun ne olacağını da çok iyi anlamıştı. İşte tam bu noktada, kendinde kurguladığı Dickie’nin gerçeğinin yerini almaya hazır olduğuna karar verdi. Öyle ya, nihai olarak bu sonla yüzleştiğinde, hiçbir tanığın olmadığı bir yerde Dickie ile bir daha yalnız kalıp kalamayacağı meçhuldü. Bu nedenle Tom, bu anı bir fırsat olarak gördü ve harekete geçti. Bu sefer dizinin başındaki başarısız George McAlpin kurgusundan çok daha iyi bir hazırlığa sahipti. Bir parazitken tutunduğu organizmanın bizzat kendisini taklit edecekti şimdi. “Dickie” olmadan yeni yaşamını sürdüremeyeceğini biliyordu ama bunun için artık gerçek Dickie’ye ihtiyacı yoktu.

Tom’a bakılırsa, kendisi Dickie’nin yaşamını Dickie’den daha çok hak ediyor. Greenleafler kadar zengin bir ailesi olmadığı için yoksunluk içinde yaşamak zorunda kalması büyük bir adaletsizlik. Sadece elindeki paranın sunduğu imkanlarla kendini gezgin, yazar, ressam olarak addeden Dickie gibi kimseler, Tom nezdinde sadece birer sahtekar. Kendisi ise entelektüel açıdan tüm bu kimselerden çok daha birikimli ve yaratıcı. Örneğin daha iyi bir yazar ve ressam. Ancak malum pansiyonda yaşayan Tom olarak başkaları nezdinde bir hiç kimse. Kendisi aleyhine sırtına yüklenen tüm bu toplumsal koşullar onda derin bir öfkeyi besliyor. Bu öfke sınıfsal bir refleks olarak kökleniyor. Ne var ki lümpen niteliği, bu köklere bağlı bir sınıf bilinci oluşmasını namümkün kılıyor. Nihayetinde lümpen, varlığını, kim olursa olsun bir başkasına zarar vermek üzerine kurar; bir başkasındakini “yüz kızartıcı” olarak nitelenen fiillerle kendine alır. Gerçi Tom özelinde burada dikkat çekici bir bağlam söz konusu. Tom sıradan insanlara karşı daima nazik ve anlayışlı. Tom’un başlıca hedefi, doğrudan öfkesine neden olan özneler. Ne var ki bu öfke, köklerine sadık olmayan bir hatta ilerlerken, Tom adım adım karşıtına, öfke duyduğu öznelere dönüşüyor. Böylece yaşamın kendi akışı içinde hem sıradan insanın hem de “pansiyondaki Tom’un” karşısına geçiyor.

Tom gözlüğü, kıyafeti, yüzüğü, daktilosu, imzası ve parasıyla büsbütün Dickie’nin yerini aldığında, Dickie olmanın ne anlama geldiğini tam olarak anlamaya başlıyor. Ne var ki zamanla Dickie’nin düşünme ve konuşma biçimlerini taklit etmektense, onu Tom’un müdahaleleriyle değiştirmeyi tercih ediyor. Zira sık sık Tom’un ufkunu ve beğenilerini Dickie’den evla görüyor. Bir anlamda bu noktada Tom, onu değiştirerek ortaya daha iyi bir figür çıkardığı düşüncesinde. Belirli bir eşikten sonra ise, artık Tom ve Dickie iç içe geçiyor, aradaki sınırlar kalkıyor. Bu sırada Marge ve Herbert ile Dickie adına konuşurken, Dickie’nin yaşamını deneyimlemeye, ona ait tüm zenginliği kendine aktarmaya da devam ediyor.

Bütün bu akış içinde Freddie Miles, “Dickie”yi tuttuğu dairede ziyaret etmeye geliyor ancak karşısında Tom’u buluyor. Freddie, ev sahibesinin “Dickie’nin evde olduğu” yorumu üzerine, ortada bir sorun olduğundan şüphelenmeye başlıyor. Derken Tom, Freddie’nin eve polisle gelme tehdidine karşılık, yakınlarda aldığı sert bir cam küllükle onu başından yaralıyor. Freddie başına aldığı sert darbeyle yığılıyor ve acı içinde ölüyor. Tom’un sonrasında yaptığı ise, soğukkanlılıkla önce izlerden ve sonra Freddie’den kurtularak, Dickieli yaşamının olağan akışına geri dönmek. Ne var ki bu pek mümkün olmuyor. Freddie’nin cinayetini araştıran komiser Pietro Ravini, yaptığı soruşturmalarla “Dickie”yi adeta köşeye sıkıştırıyor. Tom için bu nedenle geriye tek bir seçenek kalıyor, o da Dickie olmayı gönülsüzce terk etmek. Hatta bu da yetmediğinden Tom, hedef şaşırtmak amacıyla, Dickie’nin İtalya’dan ayrıldığı algısı yaratıyor. Bu algı biraz Tom’un yönlendirmesi, biraz tesadüfle, hemen herkes nezdinde Dickie’nin intihar ettiği şeklinde evriliyor.

Tom, Dickie olmayı gönülsüzce terk etse de, kendine döndüğünde büyük bir farkındalık yaşıyor. Geçmişteki acınası Tom’un yittiğini ve yerine istediğini almış, aklındakini başarmış bir Tom yarattığını düşünüyor. Böylece asıl yaşamak istediği yaşamın başkasının değil kendisinin olduğunun farkına varıyor. Bu uğrak aynı zamanda öfkesinin sönümlenmeye başladığı, kendi içindeki esenliğe döndüğü bir süreç başlatıyor. Hakkettiğini düşündüğü yaşantıyı Tom ile beraber yaşamaya başlıyor.

Tom’un yaşadığı bu farkındalığın oluşmasında Dickie’nin kendisini tanıştırdığı Michelangelo Merisi da Caravaggio’nun da payı var. Tom, Caravaggio’nun resimlerini tek tek, şehir şehir ziyaret ediyor. Resimlere ilişkin yorumlarıyla bakış açısını besliyor. Hatta bunun bir sonucu olarak, yeniden inşa ettiği Ben’i Carvaggio’nun ardılı olarak görüyor. Tom bu “abartılı” ilişkilendirmeyi hem Carvaggio’nun yaşamıyla hem de estetik bakışıyla birlikte düşünüyor olsa gerek. Carvaggio’nun da kendince anlamlandırdığı pek çok cinayet işlediği ve işlediği bu cinayetlerin izlerini sildiği rivayet edilir. Kesin olarak işlediği bilinen tek cinayet ise, Ranuccio Tomassoni isimli zengin bir ailenin ferdi olan bir haydudu soğukkanlılıkla öldürmesidir.

Carvaggio, resimlerinde insan bedenini ayrıntılarıyla tasvir eder. Kendisini resimde ayırıcı kılan ise, işlediği içeriklerin şiddet, işkence, cinayet ve ölü bedenler olmasıdır. Carvaggio’nun bu konuları işlerken insan yüzlerine yansıttığı dingin duygular özellikle bir tartışma konusudur, ki bu nokta Tom’un da dikkatini çekmiş olmalı. Kanlı bir ortamdaki dinginlik ve bu dinginlik içinde olup biteni anlama çabası, Tom’un şiddet karelerindeki sakinliğiyle bir koşutluk oluşturur.

Tom’un ruh haliyle ve hatta ruh sağlığıyla ilgili belki birçok şey söylenebilir. Lakin olanları salt bu bağlamlarla sınırlamak, sadece arka plandaki toplumsal koşulları saklar. Böylece toplumdaki yapısal sorunların, sözgelimi Tom’un öfkesinin oluşumuna ve bu öfkesinin tetiklenişine neden olan faillerin görünmez olmasını sağlar. Dizinin Tom dışındaki karakterlerine bir de bu açıdan bakalım, ne kadar masumlar?

Dickie’nin her türlü sorumluluktan muaf, dilediği gibi kurguladığı, sınırsız maddi kaynaklara sahip yaşamını mümkün kılan nedir? Bu sınırsızlığın arkasındaki tersane işçileri bir nedenle aylarca çalışmayı bıraksa ve fondan çekilen paralar bir noktada aksamaya başlasa, Dickie’nin yapacağı ilk şey, yüzü asık biçimde New York’a dönmek olurdu herhalde.

Peki Marge? Görünen o ki iyi bir yazar olmaktan uzak. Tom üzerinde çalıştığı gezi kitabını neredeyse baştan şekillendirdi. Tom’a Dickie’den faydalandığını söyleyen Marge, Dickie’den hiç faydalanmadı mı? Dickie’nin İtalyan gazetelerinde kötü bir olay vesilesiyle bilinirlik kazanmasına rağmen, bu ünü kendisi için kullandı. Dickie’nin eski sevgilisi olarak, basınla yorum ve fotoğraflarını paylaştı. Dahası, sadece bu ünden pay alabilmek niyetiyle, Venedik’te katıldığı partide yayıncılara ve yazın alanında sözü geçenlere, ikinci kitabını Dickie üzerine yazacağını anlatıp durdu. Bütün bunlar üzerine gezi kitabını Dickie’ye adayışını olumsuz yorumlamak da pek yanlış olmaz herhalde.

Gelelim Herbert’a. Dickie, Herbert’ı, kendisini sadece daha fazla para kazanmaya adamış bir zengin olarak betimler. Öyle ki kişisel giderlerini dahi vergiden düşmekten çekinmez. Herbert, tüm bu yaşananların yaşanabilmesini sağlayan kurucu öznelerden biridir aslında. Dolayısıyla, ortaya çıkan sonuçları dilese de dilemese de, başta altı çizilen yapısal sorunların oluşmasındaki başlıca pay sahipleri arasında.

Bütün bunlar bir arada düşünüldükten sonra sorulacak şu soru, belki seyirci için bir pusula işlevi görebilir: Picasso tablosu el değiştirdiğinde, asıl sahibini bulmuş mudur? Şüphesiz, hayır!

 

Notlar:

[1] The Talented Mr. Ripley (1955), Ripley Under Ground (1970), Ripley’s Game (1974), The Boy Who Followed Ripley (1980) ve Ripley Under Water (1991).

[2] Highsmith’in romanlarında insanın iç dünyasının kapsamlı irdelenişine, ruh hallerinin karmaşıktan yalına doğru çözümlenişine, cinselliğin farklı boyutlarıyla incelenişine ve ayrıca sınıfsal ilişkilerin belirgin biçimde sergilenişine rastlanır.

[3] Bu çalışma içerik olarak sadece Ripley (2024)’i temel almaktadır. Serideki Tom ile olan farklılıklar tartışma dışındadır.

[4] Bu noktada cinsellik bağlamıyla okumayı biraz daha farklı bir rotaya sokmak mümkün. Ne var ki dizide bu bağlam, roman serisine göre çok daha muğlak. Örneğin serideki ucu açık içerimler farklı okumalara olanak verse de her biri bağlama ilişkin tutarlı bir zemin oluşturmaya imkan verir. Dizide ise konu daha çok seyircinin kararına bağlıdır. Bununla beraber cinsellik, Tom’un öfkesinin oluşumunda belirleyici etkenlerden biri olarak hissedilmez. Seyirci aseksüel bir Tom yerine eşcinsel bir Tom’da karar kılsa dahi, öfkede belirleyici etkenlerin başında yine Tom’un baştaki yaşam koşulları yer alır.

[5] Lakin sıradan insan çıkarlarının önünde büyük bir engel teşkil ettiğinde, bu nazik ve anlayışlı tavrını hemen elden bırakması da muhtemel.

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.