Suâl işâretsiz dağınık bir yazı yazmak istiyorum. Sadece kendime bir suâl işâreti koyarak:)
Yazı; bana gülümsemeli:) Asık suratlı yazıları hiç sevmem. Mır mır etmemeli. Büyülemeli, süssüz bile olsa. Sahici. Soğuk sesli ve solgun değil. Canlı, capcanlı.
Yazı, nihavent yalnızlıkta okunmalı. Almalı ellerine sesimi. Hissettirmeli kokusunu belli belirsiz. Yamuk bakmalı. Bağırmalı. Issız bir melankoli girdabındayken yukarı çekip, aniden aşağı bırakmalı. Şaşkınlığa uğratmalı. Aynı anda yaşatabilmeli acı ve de mutluluğu. Afallatmalı yani.
Solak olmalı, kargacık burgacık. Alternatifli. Sağlak düzene karşı. Atardamarları hissedilmeli. Alınmalı palpasyonla. Ritimli. Sözsüz boşluklarla, kâh uzun, bazen de kısa…
Defterimdeki kenar süsleri bu yazı bahçesine düzensizce saçılmalı… Çöpten figürlerler, çiçeklerle.
Sırnaşık olmalı. Hatırlatmalı kendini. Hem de bir kedi gibi. Kendi… Sorsanız söyleyecektir. Kedi gibi.
Nereden geldim buraya! Neyse… Hatırlarım belki. Dün ilhamım tükendi. Bugün de. Neredeyse hiçbir şey yapmadım. Yazmadım, çizmedim. Birazcık göz attım sadece sosyal medyada makalelere.
Bir tiyatrodaydık sanki. Çağdaş dram. Susmuşlar için yazılmış onlarca yazı kaydı gözümün önünden. Feryat figan edenden tutun, nitelikli ve iyi kotarılmış yazılara kadar. Neredeyse tamamı anma yazısıydı. Her ölüm sonrası gibi. Nekropolde değildik ama. Orada hissedilenler sinmedi hiç bu anmaların çoğuna.
Yine bir nekropolde “Son diva sen olacaktın” yazıyordu. Sadece benim okuyabildiğim bir yazıtta. “Son diva sen olacaktın!”
Sonra ilerledim. Bir kapı vardı. Kilitli. Neredeyim! Kayboldum galiba… Hayır! Önce anahtarım kaybolmadı. Ben kayboldum!
Ve dedim yine: ölüm seninle hiç konuştu mu!.. “Adımlarını hızlı atıyorsun. Dikkat et! Yavaşla!..”
Hiç yolun düştü mü buralara! Üzdüler mi seni çok! Beni üzdüler. Sen gittikten sonra… Kimlerden bahsediyorum biliyor musun!
Evet! Bir tiyatrodayız. Sanki herkes gitmeni bekliyormuş. Ve gider gitmez de yüksek sesle düşüncelerini dile getirdi kalabalık.
Ve plastik sanatlar alanını kuşatmış olan kapkaççı, kapkara zihniyet diğer alanları da ele geçirdi. En çok para ve aklama-paklama bu alanda döndüğü için … Edebiyatı, en son da tek nefes aldığımız alanı. Şiiri. Para aşkına. Evet! Para aşkına. Şiiri bile…
Doktorculuk oynayarak hem de. Entelektüel züppelikle de parelel giden… Sanat sermayesinin keyfi tahakkümünden bahsetmiyorum sadece. Bu yaşanmakta olanları gölgeler. Dahası günah keçisi bulma kolaycılığına sapar. Tüm kesimlerin, durumunun farkına varıp tavır almasını olanaksız kılar.
Aslında sanatla uğraşan insanlar, eğer akıl yürütme ile ilgili bir sıkıntı çekmiyorlarsa, bu işlerin derinleştikçe bir lağım çukurunda ilerlemekten farksız olduğunu bilir. O yüzdendir ki kimi zaman, böylesi kişilerde tam da zirvedeyken, şu veya bu şekilde kaymalar görürüz. Yavaş veya hızlı. Gözlerinizin önünde. Ağır ağır… Dokunmaya çalıştıkça elinizden kayıveren. Terk edişler… İçimizi acıtan. Yâni ‘sanatla’ terapi merapi olmaz. Ah! Keşke olabilseydi. İşimiz ne kadar da kolaylaşırdı.
Bir zamanlar ben de çok yazdım, çizdim. Deneysel. Ama günün sonunda… Yani ne demek bu! Bundan sonra acıya odaklanın evlatlarım:) Her görüp duyduğunuzu süzgeçten geçirmeden, apartıp yapıştırmayın! Ya birileri sosyal deney yapıyorsa:) Zizek dedi diye hemen atlamayın! Hiç kimse size hap bilgi sunmaz! Hiçbir kapsül de dimağınıza yüklemez bu bilgileri. Bunun da cılkını çıkartacağınıza adım gibi eminim! Bereket enfes kokusuyla dumanı tüten yeni bir kitap geldi:) Adını da bir zahmet siz bulun! İntihalci, aşırmacılar ve onlara akıl veren bir avuç kifâyetsiz muhteris. Bu sözlerim size. Zizek’in içini boşaltmayın! Sonra kızabilir! İyi okumalar şimdiden…
Bu meşguliyetlerin adını doğru koyup, alanın uzmanlarına haksızlık etmeyelim yani. İlgili uzmanların, “Sanatla tedavi ediyorum, terapi yapıyorum” diye hiçbir iddiaları olmaz.
Son olarak size tavsiyem, biraz atak davranın! Ve dikkat edin; yanınızdaki kişi mavi bir sonsuzluğu özlemesin! Bugünlerde aramızdan ayrılmış olan güzel insanlar gibi…
ANGEL RAINBOW
Kandilli – 16/08/2022-22:07
JALE İRİS GÖKÇE DİĞER YAZILAR: