Eski, hani şu Mustafa Suphilerin kurduğu TKP’ye mensup, o partinin ilk Merkez Komite üyelerinden, “Zileli Halil” olarak tanınan Halil Yalçınkaya vardır tarihimizde.
Tokat ilinin Zile ilçesine bağlı Küçüközlü (Küçükisa-Küçükese) köyü halkından Halil, 1895 yılında orada dünyaya gelmiş. 21 yaşında, askerken Sarıkamış Harekâtı’na katılmış, Harekât’tan sağ kalan askerlerle birlikte Rus ordusuna esir düşmüş. Sibirya’da esaret günlerinde komünist fikir ve eylemlerle tanışmış…
Aynı köyden Ülkücü Doktor Orhan Yılmaz adındaki hemşehrisi işte bu eski komünistlerimizden “Zileli Halil”in kendi köylüsü olduğunu fark edince hakkında bir kitap yazmak istemiş.
Onun için yollara düşmüş…
Bu konuda Dr. Orhan Yılmaz’a iki yaşlı, kıdemli komünistimiz mihmandarlık etmiş. Kitabın kapağında yer alması için Halil Yalçınkaya’nın portresini de çizen Mihri Belli ve Rasih Nuri İleri birer “Önsöz” de yazıvermişler.
Dr. Orhan Yılmaz; kitabının “Giriş”inde epeyce ayrıntılı anlatıyor nereden yola çıkıp nerelere ve kimlere ulaştığını. Günümüz TKP’sinin (Evvelce SİP iken 2001’de TKP adını alan parti) Ankara İl Başkanlığı’ndan İstanbul’daki genel merkezine uğramaya, eski komünistlerden Rasih Nuri’ye ulaşmaktan TÜSTAV’ı (Doğrusu bu, Ülkücü Dr. Orhan Yılmaz kardeş, sizin yazdığınız gibi TÜRSDAV değil!) aramaya kadar…
Bütün bunlar iyi ve güzel de, daha işin başından itibaren yapılan yanlışları ve hataları ne yapalım?…
Bizim solcular ve komünistler yazılarında, kitaplarında mebzul miktarda hata ve yanlış yaparken onlardan biri hakkında kitap yazan Ülkücümüz hata yapmasın olur mu!..
Sonra başlamış Dr. Orhan Yılmaz bulabildiği “eski tüfek”e “Zileli Halil”i sorup anlattırmaya…

İlk görüşüp konuştuğu kişi; 2008’in Ekim ayında aramızdan ayrılan Nail Çakırhan (Nail V.):
“Ben 1930 yılında Moskova’da idim. Halil Yalçınkaya’nın da Moskova’da, KUTV’da olduğunu biliyordum ama o tarihlerde hiç karşılaşmadık.” diyor.
Tabii karşılaşamazlar; çünkü “Zileli Halil”, yani Halil Yalçınkaya 1929 İzmir Davası’ndan 4 yıla mahkûm olduğundan, o sırada Diyarbakır Cezaevi’nde yatmakta. Moskova’ya, KUTV’a gidişi, 1933 yılı 29 Ekimindeki Cumhuriyetin 10’ncu yılı affıyla hapisten çıkışından sonra olacak.
Nail Çakırhan’ın bu söylediğini doğrultmak o kadar zor değil, çünkü kitabın pek çok yerinde “Zileli Halil”in İzmir TKP davasından verilen ceza nedeniyle 1929-1933 yıllarında hapiste olduğu bilgisi var.
Ayrıca Nail Çakırhan, konuşmasının ikinci paragrafında “Hüsamettin Özüdoğru isminde bir arkadaşımız vardı. Hüsamettin’in bir dükkânı vardı. Halil Yalçınkaya çok sık olmamak kaydıyla oraya gelirdi.” diyor.
İsim ve yer karışıklıkları yayınevinin mi yoksa Dr. Orhan Yılmaz’ın mı bilemiyorum ama burada da, Hüsamettin Usta’nın soy adı “Özüdoğru” değil “Özdoğu” olacak… Nasıl ki hem “İçindekiler”de hem de 73 ve 77’nci sayfalarda “Zileli Halil”in torunu Zeynep Tomurcuk’un soyadı “Erzin” değil “Erzik” eşinin de “İsfendar Erzin” değil “İsfendiyar Erzik” olması gerekiyorsa…
Ayrıca Hüsamettin Özdoğu’nun; torna-tesfiye ustası olduğuna göre bir dükkanı değil, atölyesi varmıştır.
Ardından kitabın kapağına “Zileli Halil”in portresini de çiziverecek olan Mihri Belli (onu da 2011’de yitirdik) ile görüşüp konuşması geliyor, değişik zamanlarda ve yerlerde… İstanbul’daki evlerinde, Paris’teki evlerinde (S.27-35)… Mihri Belli, “Zileli Halil”i öncelikle; “Görünüşü, yürüyüşü tam bir köylü idi” diye tanımlıyor. Damadı Hasan İzzettin Dinamo’dan da söz ediyor Mihri Belli konuşmasında. “Gel zaman, git zaman Dinamo ‘Yakub’un Gecekondusu’ diye bir roman yazdı” diyor, oysa ki romanın doğru adı, “Musa’nın Gecekondusu” …
Sevim Belli ve Fadıl Barkan’dan sonra Vedat Türkali (Onu 2016’da kaybetmiştik)’ye anlattırmış Halil Yalçınkaya’yı Dr. Orhan Yılmaz. Sayfa 42’de ziyareti sırasında çekilen fotoğrafı koymuş, ancak resimaltı şöyle: “29 Kasım 2005 tarihinde Vedat Türkali (Yüzbaşı Selahattin) ile İstanbul’daki evinde yapılan görüşme.” Hayır inanmam bu yazdığınıza Dr. Orhan Bey; benim ve herkeslerin bildiği Vedat Türkali’nin 1951 Tevkifatı’ndaki gerçek adının “Yüzbaşı Abdülkadir” olduğudur.
Her zaman ve her yerde gerçekleri, doğruları hiç sakınıp çekinmeden yazan ve söyleyen Vedat Türkali’nin “Halil Yalçınkaya” tanımlamasını da geçerken aktarıverelim:
“Cezaevinde iken avluda çay yapardı. Duvarın dibinde bulunan bir masada oturur ve çay içerdi. İnanmış, davasına sadık bir adam idi. Ama kafası dar, köylü diyebileceğim bir kişi idi. Mesela bazı bana bazı tuhaf gelen huyları var idi. Nezle olurdu. Ağzı burnu akar, ama sakınmazdı. Gelir, kalabalığın içine karışırdı. Ekmeklere falan el atardı. Ben birkaç defa uyardım ve karşı çıktım. Ama neredeyse burjuva olmakla suçlanacaktım.” (S.45)
1940’ların, 1950’lerin ünlü gazetecisi, 1960’ların sol yayıncısı (MAY Yayınevi) oğlu Mehmet Ali Yalçın’la ilgili anımsadıkları da şöyle Vedat Türkali’nin:
“Her hafta ‘Bu hafta Mehmet Ali gelecek’ dediğini ama gelmediğini görürdük. Acılı bir baba olarak; ‘Herhalde bir işi çıkmıştır’ diyerek kendisini teselli ederdi. Tek bir defa babasının ziyaretine gelmemiştir.
O devirlerde Mehmet Ali Yalçın, devrin adamı idi ve Menderes’in yanında görülürdü. Daha sonra MAY yayınlarını kurdu, bazı sol eserleri bastı. Kendisiyle görüştük, tanıştık ama, kendisine en ufak bir sempati duymamışımdır. Çünkü babasına karşı yaptığı bağışlanır bir şey değildir.” (S.45-48)
Bundan sonraki Bilal Şen’in anlatımında geçen eski TKP’lilerden Emin Sekin’in soyadının doğrusu “Sekun” olacak.
Sabahattin Dikmen’in; “Zileli Halil Yalçınkaya’yı 1932’de Moskova’ya gidenlerden olarak biliyorum” (S.67) ifadesi en başlarda kanıtladığımız gibi yıl olarak doğru değil.
Bundan sonra gelen “Zeynep Tomurcuk Erzin Anlatıyor”daki soyadı “Erzik”, anlattıklarının içindeki 1934 yılları 1933 olacak. Hemen ardından gelen bölümdeki “İsfendar Erzin Anlatıyor” ise “İsfendiyar Erzik Anlatıyor” olacak…
Doktor Orhan Bey kitabını hazırlarken daha pek çok kaynağa ulaşması gerekirken, ulaşmamış. Örneğin kendisininkinden 4 yıl önce yayımlanan Orhan Suda’nın anılarından hiç haberi yok. 1951 Komünist Tevkifatı sanıklarından Orhan Suda, “Bir Ömrün Kıyılarında” (Alkım Yayınları, Eylül 2004) adını verdiği anılarında Harbiye Askerî Cezaevi’nde yaşadıklarını ve gözlemlerini de sergiliyordu. Halil Yalçınkaya ile ilgili gözlemleri şöyleydi:
“Sabahları çorba kazanının başına herkesten önce seğirtiyor Merkez Komite üyesi, kıdemli komünist Halil Yalçınkaya. Koyu esmer yüzünü daha da heybetli gösteren kalın kaşlarının altına kondurulmuş gözlerinde parlıyor yağlı tarafından çorba içmiş olmanın sevinci. Diri kalabilmiş yaşlı ve alaylı bir partili bu. Şişinerek anlatıyor vaktiyle Moskova’da geçirmiş olduğu günleri ve Rus sevgilisiyle nasıl seviştiğini…” (S.81-82)
Kitabının ileriki sayfalarında gene değiniyor Orhan Suda, Halil Yalçınkaya’ya:
“Halil Yalçınkaya’nın titizliği ile dalga geçmek için hiçbir fırsatı kaçırmayan Ruhi (Su), onun ufacık masasının damalı örtüsünü sol köşesinden aşağıya çekiyor ve bir kenara siniyor, gözlüyor, Yalçınkaya volta atarken. Beklediği oluyor. Voltadan dönen adamcağız örtünün yerinden kaldırıldığını görünce basıyor küfrü homurdanarak:
-Anasını avradını ………min münevverleri, kum gibi kaynıyor, kum gibi kaynıyor.” (S.100)
Köylülerinin ve akrabalarından bazılarının konuşmalarından sonra; damadı Hasan İzzettin Dinamo’nun “TKP, Aydınlar ve Anılar” kitabından Halil Yalçınkaya ile ilgili çok uzun bir bölüm alıntılamış, Dr. Orhan Yılmaz. Dinamo’nun kaleminden çıkan o bölümlerin de yanlışlardan arındırılmaya ihtiyacı var oysa ki… Düşünebiliyor musunuz; Urallarda tutsak bulunduruldukları madene gelen Mustafa Suphi’nin yanında Ethem Nejat da var! Oysa ki Ethem Nejat 10 Eylül 1920’de Bakû’de toplanan TKP Kongresi için İstanbul’dan o tarihlerde gelecek…
Dr. Orhan Yılmaz’ın kitabında bol yanlışlar var.
Kişi ve konu “Zileli Halil”in köylüsü Dr. Orhan Yılmaz’a emanet edilemeyecek kadar ciddi…
Peki köylüsü Dr. Orhan Yılmaz, iyi niyetle böyle bir işe kalkışmış, başta kitabın kapağına “Zileli Halil”in portresini çizip, önsöz yazanlar olmak üzere onlarca “eski tüfek” ; yayımlanmadan önce kitabını bir bilene, anlayana göstermesini öğütleseler daha iyi olmaz mıymış?..
Dr. Orhan Yılmaz’ın “Türkiye’nin İlk Komünistlerinden Zileli Halil Yalçınkaya” (Bilge Kültür Sanat Yayınları, Ekim 2008, 192 sayfa, bol fotoğraflı) kitabı, yazarın köyüne ve köylüsüne duygusal bir yaklaşımla kaleme alınmış ama pek çok eksiği ve yanlışı barındıran bir çalışma…
Kapak Deseni: Mihri Belli